27 Ekim 2010 Çarşamba

hiç

Bir haftayı geçti, hakkında oturup da başladığım tek bir yazıyı bile bitiremedim. Belki bıraktığımı kabul edemedim, belki zor geldi, kim bilir.
Varsın bu yazının konusu da o olmasın.. Kaç yazar?
Bu aralar sırf zaman geçirmek için yaşıyorum zaten. Bugün bitsin, yarın olsun, yarın bitsin, tatil gelsin, tatil bitsin, haftasonu gelsin, haftasonu bitsin hafta başlasın, vs, vs... Derken derken zaten bir de bakmışım yıl bitmiş. Bir de bakmışım yaşlanmışım.. Bir de bakmışım ağırlaşmış adımlarım..
Şu anda da hissettiklerim farklı değil, gözüm saatte, gözüm takvimde... Yaptıklarımdan hoşnut olmadığımda böyle oluyor genellikle.. Yine öyle bir haller işte..

10 Ekim 2010 Pazar

Ama arkadaşlar iyidir...

Çok aman aman arkadaşı olan bir insan değilim. Her ortamda bir tanıdığım illa ki var diyebilenlerden hiçbir zaman olamam. Bu bir karakter meselesi. Kimi insan çok girişken oluyor, hemen kaynaşıyor milletle, ne zaman taksime çıksa mesela takılacak en az bir kişi muhakkak buluyor veya yeni tanıştığı bir insanla beş dakika içinde onlarca ortak arkadaş bulabiliyor. Ben öyle değilim, olamadım, otuzuma merdiven dayadığım şu günlerde de olmam ihtimal dahilinde bile değil. Ben, tanıdığım insanlarla bile konuşmaktan geri duran, birini tanıdığımdan emin olsam bile onun beni tanımadığını adım gibi bildiğim için yanına gidip konuşmayan bir insanım. Yabaniyim yabani... İşe yeni başlayan bir insana mesela uzaktan uzaktan bakarım. Asla yanına gidip şirket hakkında bilgi vermek olsun, onu yemeğe çağırmak veya ona birşeyler ısmarlamak olsun.. Böyle şeyler yapamam...
Peki ben niye böyleyim? Bence genetik. Utangaç bir anne ile kimseyi beğenmeyen bir babanın genetik alaşımıyım. Gerçi o utangaç anne her girdiği ortamda onlarca arkadaş edinen bir teyzeye dönüştü artık. Baba aynı baba ama.. Kim bilir ben de yaşlanınca girişimci ruhumla engeller aşar, muhabbet ortamlarının vazgeçilmez ismi olurum. Ama orta vadede böyle birşey olması ihtimal dahilinde bilem değil... Ahanda buraya yazıyorum..