31 Ağustos 2009 Pazartesi

placebo dinleyerek yazdım

bana sanki her gün bir yazı yazıyormuşum gibi geliyordu, bilemedin iki günde bir bir yazı. ama şu soldaki istatistiki bilgilere baktığımda görüyorum ki bu ay sadece 7 yazı yazmışım. Nasıl oluyor da oluyor? Birisi benim yazılarımı mı siliyor? Yok artık, abart!

neyse, dün CV'mi güncelledim, soyadımı, medeni halimi, adresimi değiştirdim. ne çok şey değişmiş hayatımda. bir anda.. ama yine belli pozisyonları seçtim, oysa hiçbirini istemiyorum. üstelik şimdi ararlarsa napıcam ben diye de strese girdim. şirketi neye göre değerlendircem, pozisyonun nesine bakıcam, kaç para isticem, nolacak.. rahat olmam gerekiyor heralde, sonuçta peşimden kimse koşturmuyor, daha iyi olduğundan emin olmadan bir adım atmam.

bir de dün eskiden aldığım - eski dediğim geçen yıl almışımdır en fazla- bir gömleğimle maceramı anlatmak istiyorum. gömleği deniyim dedim, gömleğin düğmeleri, özellikle de alt düğmeleri kapanmadı, kapanmamak hafif kalır! arada 10 cme yakın boşluk kaldı. hayatımda ilk defa başıma böyle birşey geldi. her zaman üstü zayıf, altı tombul bir insandım ben. üstüm bin yıllardır aynı bedendir. göbeğim yoktu. kalçadan itibaren genişlerdim. ama o da nesi, bir simit bürümüş göbeğimi, düğmelerin kavuşmasına engeller olmuş. küçük çaplı bir sayıklamalı krizin ardından silkindim ve yeni hafta, yeni kararlar ile kendime geldim. rejime başladım. daha önceki rejimimi aynen uygulucam. o zaman 8 kilo vermiş, uzun süre de geri almamıştım. yine yapabilirim. akşamları az yemek, biraz hareket.. kendime güveniyorum..

iyi bir hafta olmasını umarak bye..

28 Ağustos 2009 Cuma

burada bana ayrılan sürenin sonuna geldik bence..



şimdiye kadar en uzun çalıştığım yer burası oldu. bundan önceki rekorum 2,5 yıl idi, burada 3 yıla birkaç ay kaldı. sanırım yetti bana. gebzeye taşındığımız için işten ayrılan şefim benim iki, bilemedin üç ay buraya dayanabileceğimi, üç ay sonunda basıp gideceğimi tahmin ediyordu. onu yanılttım. ama neden? keyfimden mi? hayır tabii ki de.. ekonomik kriz sağolsun. iş var da biz mi değiştirmiyoruz. gerçi kriz de bitti bence, giden gidiyor, iş arayan buluyor. cvmi güncellesem, iki afilli lafa tıkıştırsam ararlar beni de zırt pırt.

ama istemiyorum sanki.. yeni bir iş, yeni bir ortam, yine saçma sapan insanlar.. hiçbirine hazır değil bünyem. artık kendi kontrolümde bir işim olsun istiyorum.

istiyorum ama henüz bir tek kişiyi bile kontrol edemeyen bir insanın kendi kontrolünde bir İŞ kurması ne kadar hayali..

Burada iki kişiyiz, sözde ben sorumluyum yani hesap sorulacak olsa bana sorulacak ancak ikimizin de title dedikleri .oku aynı. sözde sorumluyum yani. zaten kendisi de hiç böyle davranmıyor. tiiii ye alıyor beni, kendi başına işler yapıyor. hiçbir halttan haberim olmuyor. haber ver diyince ben kötü oluyorum. ben terfi almadan falan da herhangi birşey değişeceğini sanmıyorum. gerçi terfi alsam bile değişeceğinden şüpheliyim..

sonuç olarak baydım artık bu şekilde çalışmaktan. motivasyon yok, teknolojidekiler desen ayrı bir haldeler.

boş işler bunlar, hepsi o kadar boş ki. şuradaki herhangi bir konu hakkında bir an bile canımı sıkmam kadar gereksiz birşey olamaz! gel gör ki bu şekilde yaşamıyor bu şapşal bünye..

not: fotoyla yazı arasında bir bağlantı kurduysanız mesele yok. kuramadıysanız açıklayayım; hiçbir bağlantı yok, bu amcadan bir foto kullanasım geldi.. hepsi bu..

25 Ağustos 2009 Salı

good morning!

sabahları neşe dolu olan insanlara hastayım. yani bu hasta ne açıdan hasta diye soracak olursanız cevap veremem. zira bazen acayip sinir oluyorum, bazen de çok kıskanıyorum. ama şundan eminim ki sabahları yataktan nemrut bir şekilde değil de sempatik sempatik kalkan insanları seviyorum. her daim olmasa da uyanır uyanmaz espri yapabilen insanlardan biri olarak bu huyumun hastasıyım. ama servise binip, servisten inip ofise yürürken etrafımdan geçip giden neşeli kalabalıklara kılım. neden? çünkü ben ikinci kez uyuyor oluyorum, onlarsa uyanmış oluyorlar.

ama ne olursa olsun her sabah uykumun en tatlı yerinde o sımsıcak yataktan kalkmaktan hiç mi hiç hoşlanmıyorum. 9 gibi daha makul bir saatte uyanabilmeyi ne de çok isterdim. hadi 8:30a da razıyım, ama 6.10 çok erken be kardeşim. 12den önce uyumayan bünyeye 6 saat uyku yeter mi hiç? yettiğine rastlamadım. 10da da uyuyamam valla, ne öyle tavuk gibi. yat kalk işe git, ne biçim hayat?

neyse, kahvemi içeyim de uykum açılsın. gerçi benim buna da inancım yok. kahve benim uykumu açmıyor valla.. eskiden ders çalışırken 12de başlardım kahve içmeye, iki koca fincan kahveyi devirdikten yarım saat sonra masaya devrilirdim.. kahvenin uyku açtığı psikolojik, en azından benim bünyemde..

budur diyeceğim sabah sabah.. bu arada iyileştim, bugün salı, incik beni bekler, yiyim de iki gün işe gelmiyim, hafta 3 gün yaşansın ve bitsin saygısızca..

bu yazı vesilesiyle yeni izleyicim fery arkadaşıma selam eder, kalp kalbe karşıymış derim. çünkü geçen hafta ben de onun blogunun izleyicisi olmayı aklımdan geçirmiş ama "nerden çıktın kız" der diye vazgeçmiştim, sırf asosyallikten.. neyse.. ben de sosyalliği öğreneceğim, yavaş yavaş..

20 Ağustos 2009 Perşembe

uçamıyor ama kanatlı.. hayvan..

bu hastalık denen şey cidden çok bela birşeymiş. elinden hiçbirşey gelmiyor, biraz titre bakalım diyor hastalık, zangır zangır titriyorsun, biraz da yan diyor, alev alev yanıyorsun, koş tuvalete diyor saatlerce çıkamıyorsun, kus diyor hah işte onu yapamıyorsun.. neyse, kusmak iyidir deyip kusmayı da başarabildim. kendimi tebrik ediyorum.
ağzıma zorla sokulan pattis parçaları, ucundan acık muz, bir koca şeftalinin zorla yedirilmesi.. yemek yemeyi bu kadar seven bir insan olmama rağmen tek parça birşeyi bile ağzıma atmak istemedim. benim açımdan çok şaşırtıcı..
hala da öyle aslında, yemek düşününce midem bulanıyor.
bugünü de atlatsam bir şekilde. neyse kötü olursam koşarak uzaklaşırım..

18 Ağustos 2009 Salı

twitterdayım! neyse bu..

ne olduğunu anlamadığım twitter'a da adım attım. hiçbirşeyden geri kalmamam lazım!
https://twitter.com/karabatakk

karar.

rahatsız bir insan olduğuma karar verdim.
nokta.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

yapışık ikiz mi oluyoruz evlenince?

evlendikten sonra herkes bizi birbirine yapışık iki insan sanmaya başladı. hani öncesi yokmuş, biz eskiden birlikteyken aslında birlikte değilmişiz gibi.. tek başına birşey yaptığında e peki o sırada kocan naptı diye sormaları bizi birey olarak düşünmedikleri, bir ekip olarak düşündükleri anlamına geliyor. onsuz bir yere gittiğim için neredeyse suçlar derecede yaklaşımda bulunanları ise gözardı etmekten başka çarem yok. onları tartışma konusu bile yapmaya değmez.

bu durum fena halde asabımı boza dursun, insanlara hesap verme durumunda kaldığım ve onları başımdan defedemediğim için de çok mağdurum. sanane de geç di mi? yok ama, illa muhatap olcam, ne kadar sinir olsam da cevap vericem, mantıklı gerekçelerimi açıklıcam. mantıklı gerekçem yoksa gidemezmişim gibi savuncam kendimi. oysa sizene lan, gerekçem de yok, keyfim öyle istedi, bıraktım gittim. kocam bunu mesele etmiyor, sen ne halt etmeye mesele ediyorsun! yürü git! diyebilmek isterdim..

hayatımı hala tam olarak bir düzene oturtabilmiş değilim. hangi gün çalışmaya gidicem, davulu ne gün çalışcam, ne gün derse gidicem, vs.. bazen şu an bulunduğum yerde bulunmam çok anlamsız geliyor. bu kadar hantal bir iş yapmak zorunda mıyım gerçekten de? daha hareketli bir işim olamaz mı? kaseyi üstüne otura otura günbegün daha da büyütmenin anlamı ne ola ki? alternatifim ne olabilir mesela? nasıl bir yol izleyebilirim? bir sürü soru.. klasik.. yılda onlarca defa yaptığım cevapsız sorgulamalardan biri daha.. hiç şaşırtıcı değil di mi?

bugün 17 ağustos, depremin 10. yılı ama bana depremden önce babamın doğumgününü hatırlatıyor. bir ay sonra da benimkinin olduğunu hatırlatıyor ve içime doğumgünü bunalımının zerrelerini serpiyor. bir insan doğumgününde bu kadar mı depresif olur. ben her defasında bunu başarıyorum.. helal olsun bana helal olsun!

budur..

14 Ağustos 2009 Cuma

tuhafçıktan

çok tuhaf bir yorgunluk var bünyemde. günlerce hatta haftalarca uyuyabilirim gibi geliyor. bu hormonlar beni acayip endişelendiriyor. benim bedenimdeki potansiyel enerjinin açığa çıkmasını engelliyorlar sanki. yani ben mesela şu an bir sürü şey yapabilecek nitelikte bir insanım. ama gel gör ki bu kansızlık olsun, kansızlıktan olduğuna kendimi inandırdığım ruhsuzluk olsun benim bu yapabileceklerimi yapmamı engelliyor. ben de buna fena bozuluyorum. yaşlandım ondan heralde diyorum ama yok kardeşim yaşlanmadım ben. bundan on yıl önce de böyleydim. yok lan değildim, atmiyim.

kafam karışık anlayacağın. ama bazen burdaki stajyerleri falan görüyorum, çok enerjikler diyorum kendi kendime. her an koşup atlayabileceklermiş gibi bir halleri var. maç var lan yetiş dese mesela biri, anında altından pantalonunu çıkarır, bir şort uydurur, onu geçirir ve koşa koşa merdivenlerden inip maça gider gibi. oysa bana biri buna benzer ama bana cazip gelecek bir teklifte bulunsa, bir dolu düşünürüm, tartarım, gitsem nelerden geri kalacağımı, gitmezsem onun yerine ne yapabileceğimi, kılığım kıyafetim bu olaya uygun mu değil miyi, kim kim gidileceğini, vs, vs bir sürü gereksiz detayı düşünür, teklifi de kaçırırım, o anı da kaçırırım.

o zaman ne diyoruz; insan büyüdükçe - yaşlandıkça demeye dilim varmadı - ihtiyatlı davranıyor. içinden geldiği gibi koyverip o anın tadına varamıyor. neden? tıpkı bebekken herşeyi yapabilmek, büyüdükçe hareket alanımızın kısıtlanması gibi. bebek istediği her türlü sesi çıkarır, en sessiz anda, asla konuşulmayacak bir ortamda, cıyaakkk diye bağırıp ortalığı ayağa kaldırabilir. kimse de ay bu ses nerden çıktı, sus ulen bücürük diye ona kızmaz, olağan karşılar. hatta tebessüm bile ederler. ama büyük biri benzer birşey yapsa terbiyesiz, ahlaksız, yuh artık gibi sıfatlara maruz kalır.

tavuk pirzolaya koşuyorum, bye for now.