29 Ocak 2010 Cuma

"yumduğum dünya yaşadığımdan daha güzel"

Başka insanları hem çok kaale alırım hem de hiç almam. Aklımın bir köşesine yazarım dediklerini ama tüm kararımı da ona göre vermem, bildiğimi okurum genelde. Ama bu zayıflama konusundaki tek kararlı girişimim başka bir insan sayesinde olmuştu. 4,5 yıl kadar önce sadece birkaç defa yüzyüze görüştüğüm kuzenimle (aslında annemin kuzeninin oğlu olur kendisi) zayıflama isteğimden bahsederken bana ne söylediyse artık bir irade büründü ki ruhuma, bu kadar olur! Tam 3 ay yediklerimi yazdım, içki içmedim, hep az yedim, tatlı hiç yemedim. Ve bunu kendi irademle, bir ya da iki kere diyetisyene giderek yaptım. (diyetisyeni babam ayarlamıştı, para vermedim diye kadın iki seans sonra telefonlarımı açmadı, ben de listesinden devam ettim ne yazdıysa) Sonra uzun bir süre bu kilomu korudum, çünkü hızlı bir şekilde vermemiştim, kalıcı vermiştim. Gel zaman git zaman benim bu tatlı düşkünlüğüm, çikolata sempatim, yağlı yağlı anne yemeklerine hayır diyemeyişim, içki gördüm mü dibine kadar içişim vesaire sebepler dolayısıyla başlangıç noktasına olmasa da birkaç kilo düşüğüne geri döndüm. Şu an vermeyi planladığım 10 kilo var önümde. Bunun 7sini daha önce vermiştim. Listemi hazırladım, kararlı gibiyim de bir yandan ama bir desteğe ihtiyacım var. Yani beni kontrol edecek birine aslında. Ve böyle birisi yok, sanırım olmayacak da. O yüzden bu irade meselesini takık bir şekilde tek başıma yapabiliyor olmalıyım artık!


Bu arada spora kaydolma planları içersindeyiz. Lakin önceki tecrübelerimden edindiğim spora para yatırılır ama hiç gidilmez dalgasına tekrar kapılmak istemiyorum. Nasıl olacak bu, hayatımı nasıl düzgün planlayabilirim, bunu bilemiyorum. Bunun için de kolumdan çekip sürükleyecek biri lazım bana. Benim içimdeki yüce tembel her türlü şeyden yoksun bırakmak için çalışıyor beni. Özellikle de şu günlerde. Sürekli yatağı gösteriyor, uykuya çekiyor, malak gibi yatıp boş gözlerle televizyona bakmaya sevk ediyor beni. Ağzının ortasına bir tane çakayım, defolup gitsin istiyorum. Gider inşallah.. Çakabilirim inşallah..



İlk adım olarak dün tartı aldık. Kitle cartcurt endeksi ölçüyor diye aldık ama aslında bir haltı ölçmüyormuş, sadece kilo ölçüyor. Tek eğlenceli yanı hafızası var ve bir kere kilonu kaydettikten sonra sonraki tartılmalarında sana renklerle kilo aldığını, almadığını, verdiğini gösteriyor. Yeşil en sevdiğim renk, hep yeşiller yanar umuyorum ki.. Böyle sarılırım tartıma sevecen sevecen..

Başlık şarkısı Redd'den oyun, başlığa şarkı yazıp dibe başlık şarkısı şuydu yazmak malumafatrustan arak. :)

21 Ocak 2010 Perşembe

bu mudur?

sabahtan beri telefonla konuşmaktan şu an kulaklarımdan ateş çıkıyor! beynimin enseme yakın sol kısmı fena halde ağrıyor. sanırım tükendim.. neymiş, ay kapatacaklarmış.. neymiş, yıl kapatacaklarmış.. biri de beni kapatsın, yoruldum çok, bu kadar çok konuşulmaz ki bre! hayat bu mudur yani demek istiyorum :(

19 Ocak 2010 Salı

3 yıl oldu ne oldu?



üç yıl oldu bugün, dün gibi daha, zaman ne çabuk ve ne boş geçiyor.. değişen birşey yok, elde var sıfır.. ölen öldüğüyle kalıyor.. unutmamak önemli, unutturmamak daha da önemli!

14 Ocak 2010 Perşembe

toplu taşı(ya)ma(ma)

bu şehirdeki toplu taşıma ile ilgili aklıma gelen herşeyi uygulatabilsem şehirde trafik sorunu falan kalmaz. insanların neden sürekli araba almak istediklerini artık daha iyi anlayabiliyorum. bu şehirde toplu taşıma bir eziyet. ötesi yok. ben bile ısrarla toplu taşıma her zaman iyidir diyorsam da artık burama kadar geldi. alın toplu taşımanızı da başınıza çalın diye bağırmak istiyorum her kimse bu işin sorumlusu. şöförleri ayrı bir uyuz, otobüsleri ayrı bir uyuz. bir kere bu iett şöförlerinin akbil satması mevzusuna acayip kılım. üstelik doldurdukları paradan daha fazlasını yolcudan almıyorlar mı ekstra kıl oluyorum, resmen durduk yerde para kazanıyor herifler. bu yetmezmiş gibi bir de ellerinde kalan YTL'leri kakalamıyorlar mı para üstü diye. etti iki. sonra metrobüs girişindeki kulübede yaşayan akbilci amcalar da bu YTL'leri istemiyorlar, TL getireceksin diyorlar. ama diyorsun, şöför verdi, almayacağıdın diyor, bizdeki makine kabul etmiyor. ben her elime bir ytl geçtiğinde ziraate mi gitmek zorundayım. bunların toplandığı marketler, bakkallar, vs olsa daha hoş olmaz mıydı? kesin elimde patlayacak aldığım tüm YTL'ler. haram zıkkım olsun diyorum, sonra da susuyorum.


metrobüs; her bindiğimde nefretimi bir kat daha arttıran facia. içersinin sıcaklığına mı küfretsem, insanların dipdibe samimi halden istifade etmesine mi küfretsem. yoksa belli bir saatten sonra sefer sayısını azaltıp insanların iyice birikmesine ve ekstra sıkış tıkışlığa sebep olmalarına mı küfretsem. vallahi bilmiyorum, trafik çekmiyorsun iyi hoş da insanlığını da yitiriyor insan. terleyip terleyip dışarıdaki soğuğa çıkmak da cabası.. gel de hasta olma.

metro da ayrı bir dert. çık babam çık bitmiyor, üstelik hem kalabalık, hem sıcak, ve sürekli bir inenlere öncelik verin paniği. sarı çizgi, ok işareti,vs . bunlara uyan bir kul görmedim ben.

tramvaya lafım yok, genelde az kullandığım ve ilk duraktan binip rahat rahat gittiğim için gözümde on numara. tabii mesai çıkışlarında ve sabahları kullanan biri eminim ona da demediğini bırakmayacaktır. sonuçta aynı aptal zihniyetin eseri.

sonuç olarak, artık servis dışında toplu taşıma kullanmak istemiyorum, ama ne mümkün! belki bir gün bir arabamız olursa o zaman toplu taşıma münasebetlerimi azaltabilirim. sinir katsayım azalır, daha normal bir insan olurum..