26 Haziran 2009 Cuma

cum'a.. maykıl.. ceksın..

hüzünlüyüm bu cuma, cidden.. maykıl ceksının ölümü beni düşündüğümden de çok üzdü.. hala inanamıyorum, youtubeda videolarını izledikçe gözlerim doluyor.. sanki o normal bir insan değildi ve hiç ölmeyecekti. yani onun ölümünü hiç beklemiyormuşum. biliyorum insan durduk yerde, maykıl ne zaman ölecek acaba demez. ama ne bileyim işte, koydu ölümü. kendi kendini öldürüşü hatta. bu kadar süper şarkılar söyleyen, dans eden adam nasıl olur da ölürdü?

hala şarap içiyorum. bir zamanlar çeşni adıyla kaydettiğim bir winamp listesini çalıyorum. içime bir cuma coşkusu geldi. eskiden cumaları taksime çıkardım, gece çalışmadan sonra bile olsa arkadaşlarımı görmeye, içmeye, dansa.. ilk şarap yudumunda, ya da biranın kokusunu alır almaz içime bir neşe yayılır, suratıma koca bir tebessüm yayılırdı.. sonra müzikti, danstı derken coşkuyu dibine kadar yaşar, zar zor eve dönerdim. sabah da başağrısı haliylen. şimdiyse odamdaki son günlerimde benzeri bir coşkuyu ve hüznü odamda tek başıma yaşıyorum.. tek başıma da değil pek, arkadaşlarım bang ve tortun resimler var şuracıkta.. onlara bakıp, biraz onlarla konuşup falan. öyle takılıyorum işte. ha bir de bıcırıkım. hala çok çok özlediğim rahmetli kuşum. koynunu öpe öpe bitiremediğim boklu..

maykılın bir albümünü indirdim rapidden, biraz onu dinliyim diyorum. bir de evdeki tüm kitapları yeni eve gönderdim, elimde sadece bahar noktası ve cosmopolitan bride dergisi kaldı.. her gece onları okuyorum salak oldum resmen. gelin saçı, gelin makyajı, nikah şekeri, damata sevgi sözcükleri falan. ne salak dergiler bunlar. bir sayfasını açıp okuyayım diyorum, hep aynı sayfası çıkıyor. bizim işyerinden evlenen bir adam ve karısı. düğünlerini anlatıyorlar, okuyorum, sanki ilk defa okuyormuşum gibi her defasında.

gelinlik stres ediyor beni, bir an önce tekrar denemek ve yüzleşmek istiyorum. kapanmayacakmış gibi geliyor. ama korkuyorum, son ana kadar deneyemeyeceğim sanırım. ayakkabılar gelsin diyorum şimdi, yürümeyi, dans etmeyi falan bir iki denerim.

geline neden altın takılıyor? bilezik, vs. dilek ağacı mıyım ben? tüm gece o altınları bünyemde barındıracak mıyım? belki de kimse birşey takmayacak, ben abartıyorum.
ben şu an sadece olayın tatil kısmındayım. gelinlikle ilgili aksesuarlardan çok tatil alışverişi derdindeyim. kimse derdimi paylaşmasa da haftaya eksiklerimi tamamlayıp bavulumu kapatmak niyetindeyim. son hafta bir de o bavulla uğraşamam..

daldan dala kurdela. attım.. burn the witch, yani yak cadıyı gitsin.

baçu se romro mezan..*

Bir insan neden yazar? Şu an comfortably numb dinler, şarabımı yudumlarken, şu odadaki son günlerimde düşündüğüm konu bu. Durumumu da izah ettim tam oldu, tebrikler bana. Bu evlenme olayı tuhaf bir hadiseymiş, mesela yarın eminönünde buluşcaz, pek müstakbel sevdiğim, annesi, kardeşi, ben. Sonra benim annem de bize katılacak. Perde bakcaz, halı bakcaz, becerebilirsek nikah şekeri bakcaz, hatta mümkünse sipariş vericez. Bugün evimize gittik, benden önce annem varmıştı. Evde sevdiceğin annesi ve kardeşi kalıyor tabii birkaç gündür. Evde misafir gibi hissettim kendimi. Bir evde iki kadın olmaz hakkaten, sanki benim evim değildi orası. Bir sürü yemekler yapılmış, birşeyler bir yerden başka yere konmuş, açıkçası kısmen de olsa yeni bir düzen kurulmuş. Kızmadım elbet, ama enteresan işte. Bir yandan güzel yani, o da biliyor kendi evi olmadığını ama misafir gibi de takılmıyor falan. Bilakis güzel güzel yemekler yapmış, hoştu yani. Bir yandan insanı çocuk gibi hissettiriyor eve gidince hazır yemek bulmak. Yakın bir zaman sonra unutacağım bir mevzu. Eve gittiğimde kurulmuş bir sofrayla değil boş bir buzdolabıyla karşılaşmama az kaldı. Ama bu da güzel. İnsan kendi yaptığının kıymetini daha çok bilir. Ya da yapmadığının..

Annemin nodülü büyümüş. Büyük ihtimalle ameliyat olup aldırması gerekiyor, sonra da ömür boyu her gün ilaç kullanacak. Bu ameliyatı geçiren iki arkadaşım var, çok ciddi bir operasyon değil, yani ciddi de tehlikeli değil demek istiyorum. Ama annenin ameliyat olacağı düşüncesi bile gözlerimi yaşartmaya yetiyor. Önceki gece öğrendiğimde tüm gece dört döndüm yatakta. Uyuyamadım. Dün gece de dolanmışım odamda. Huzursuzluk diz boyu. Bu sıra zaten sürekli bir kaybetme korkusu içindeyim. Bir arkadaşımla konuşurken bana evlenmesine haftalar kala sürekli annesine babasına bakıp bakıp, sarılıp sarılıp ağladığını söylemişti. Sanki onlara birşey olacakmış gibi hissediyormuş, onları kaybedecekmiş gibi bunalım girmiş, sürekli ağlıyormuş. Ben de enteresan demiştim. Niye öyle birşey olsun ki. Büyük konuşmuşum, daha beteri başıma geldi. Babam zaten benim evden kurtulduğumu düşünüyor. Bir daha da yılda bir görüşürüz falan modunda. Evden kurtulma kısmı nispeten doğru aslında. İnsanın kendine ait bir düzen kurması belli bir yaştan sonra farz olmalı. Beğenmediğim bir sürü şey var bu evde ama değiştiremiyorum, bu evin çocuğu olarak çok da söz hakkım yok hala, eşşek kadar olmama rağmen. Öte yandan bu evin çocuğu olmadığı, bilakis kendi ev sorumluluğu olmasına rağmen hala evin çocuğu gibi davrananlara da ekstra sinir olmaktayım. Bunu da buraya yazayım ki yarın öbür gün baktığımda hatırlayayım. Malum hafıza noktası bir beynim var bir süredir.

*Bitirirken niyaz.. the hunt çalıyordu.. (bu bitiriş de birinden arak ama ismini hatırlayamadım normal olarak) bu sözler de ordan bi takım sözler..

24 Haziran 2009 Çarşamba

hormonlu domates

Hormon milleti gerçekten akıl sır ermez bir alemden bence. Adamlar resmen bizi yönetiyor ya, var mı ötesi. Şimdi böyle hissedeceksin, çünkü ben çok salgılandım diyor biri, öbürü gözlerin yaşaracak birazdan salındım da azcık diyor, bir diğeri duramam daha fazla burada kanında gezeleyim ki hayatın anlamsızlığını bininci kez farket diyor. Lan maymuna çevirdiniz beni diyorum, ruhsuzluk hormonu ruhsuzlaştırıyor beni. Böyle böyle yaşayıp gidiyorum. Sanıyorum ki ben ne istersem onu yaşıyorum. Mutlu mu olmak istiyorum, olurum sanıyorum ama yok, hormonumun canı ne isterse o yaşanıyor bünyemde. Hormon mutluluktan uzaksa, bünye de mutluluktan uzak. Sebep yoksa bile hormon var.

Şimdi biri çıksın ve desin ki ben hormonları hiç sallamam, bendeki mücadele hormonu tüm hormonların ağzını burnunu kırar, hormonlar ne derse desin ben bilincimlen hareket eder, istediğim duyguları yakalar ve coşarım desin. Gelir öperim, tebrik ederim bunu diyecek vatandaşı. Bence kimse diyemez, diyen de yalan söylüyordur. İnanmam, öpmem.

18 Haziran 2009 Perşembe

topla, çıkar, çarp, böl, tekrar topla

ağır eşyaları toplayıp kolileme, bir nevi odada boşluklar yaratma çalışmalarım 5 saatin ardından tamamlandı. hepi topu 2 kitaplık, bir cdlik ve bir göz dolap boşalttım ve koliledim. 5 saat neden sürdü peki? anılaarrr... dıt dırıt dırıt.. anılaaarrr.. dıt dırıt dırıt.. (coşkun sabah ve udu diyorum size yani) her kağıt yığını beni geçmişe götürdü. sanki hafızam tazelendi. oha, nelerle uğraşmışım dedim kendi kendime. zamanında çok da önemsemediğimi sandığım birsürü iş için aslında ne çok çaba sarfetmişim ki onlarca kağıt, yazı, vs çıkıyor her delikten. başlangıçta atmaya kıyamadığım kağıt yığınından sonlara doğru pek eser kalmadı. özellikle dijital kopya olanları direkt gönderdim çöpe, ne gerek var bu teknoloji devrinde çer çöp bulundurmaya evde.
enteresandır, bir yazı buldum, kendi elyazımla yazmışım, başlığı da şu; neden evlenmek istiyorum. sene 2003 mü ne, tam hatırlamıyorum şu anda. gerekçelerim hala değişmemiş. gerçi o zaman daha derinden yaşadığım baskı meselesini aradan geçen 6 yıl sonunda bayağı bir genişlettim ve kötü evlat oldum ama bilen bilir, hala tam anlamıyla iç huzuruna kavuşabilmiş değidim. aradığım şey bu iç huzuru sanırım. yani bazen diyorum ki, toprağa otursam, tek bir kasımı bile kasmadan gevşesem, dursam, etrafımı dinlesem, gözlerimi kapatsam ve tamamen arınsam. her haltı dert eden bünyem bir an için de olsa buna bir ara verse ve benden vazgeçse. ben doğanın bir parçası olduğumu hatırlasam.
iç huzuru dedim diye bizim oğlana haksızlık ettiğim sanılmasın. onun yeri ayrı tabi bu evlenme mevzunda ancak bizim bu şekilde devam etmeyecek olmamızın nedeni huzuru arttırmak diyeyim, daha anlaşılır olsun.
eşyaları toparlamış, babamla alt kata indirmiştik az önce. ben de oturdum, kitaplıklarımın köşelerine patlayıcılı poşet yapıştırıyorum. patlayıcılı dediysem bomba değil elbet, olur ya hani stres atarsın pıt pıt patlatırsın da. onlardan işte. neyse, ne diyordum, ha oturmuş o işi yaparken aklıma bir arkadaşım geldi. durdum durdum, lan dedim içimden ben seviyorum bu hatunu. anormal bir tip ama sevilmeyecek gibi de değil hani. cins ama cinsliği ilişkiye dinamiklik katan cinsten cinslik. cins cins jeans var bir de..
gece 12ye geliyor saat. yarın kısmi de olsa bu evden taşınmış olacağım. 3 hafta sonra ise bu eve, bu odaya misafir olarak geliyor olacağım. bıraktığım herşey beni zaten çoktan bırakmış olacak. şu an çapa'ya gittiğimde ne hissediyorsam, birkaç hafta sonra buraya geldiğimde onu hissedeceğim. sesler duyacağım. bir dolabın kapanma sesi, bir kapının açılma sesi, musluğun sesi. ve her duyduğum ses bana bu evde geçirdiğim bir anı hatırlatacak. tuhaf olacağım, içim burkulacak ve hemen bu evden çıkmak isteyeceğim.
babam buruk, acele acele gidiyorsun diyor bana. belli ki üzülüyor. diyemiyorum hiçbirşey. gözlerim doluyor sadece. söyleyecek pekçok şey var, iyi ve kötü. tepkisini kestiremediğimden diyemiyorum birşey. sen yorulma bir daha diye aradan çıkartmak için böyle yaptım diyorum. inanmıyor pek, üzülmeye devam ediyor. birlikte kolileri taşıyoruz.
duygusal buhranlara kapıldım kapılacağım. gözüme soğan kaçtı kaçacak. bizim oğlandan telefon gelmiyor. taşınmaya 8 saat kala, tüm işler yapılmış ve bitmişken bir arkadaşım yardıma gelmiş. yemek yemiş. bunlar beni üzüyor, üzmemeli muhtemelen.
özel okullar ve anadolu liselerine giriş sınavı kağıdımı buldum. kağıdın üzerinde fotoğrafım var. henüz 9,5 yaşındayım. bizim oğlanın deyimiyle gamsız bir ifadesi var suratımın. dünya çok da umrumda şeklinde bakmışım. hafif bir tebessüm suratımda. sonra ne oldu da bu hale geldim, böyle aygır gibi büyüdüm. gamlı gamlı oldum. ne bu hız!
sırtım çok ağrıyor, bir duş alıp sızsam, sabah da kör karanlıkta gelecekmiş kamyon, gıpgıp tekrar nüksetti. artık geçmeyeceğine inanmaya başladım. hayatımın sonuna dek benimle kalacak sanırım. kısmet işte.

17 Haziran 2009 Çarşamba

hep iyi olma derdi beni gerdi

Hep iyi bir insan olarak buldum kendimi. Ya da kendi kendime öyle geldim. Yalandı muhtemelen. İyiliğimin başıma bela olacağını bilmiyordum. Çünkü iyilik denen şey aslında bir miktar karşılık bekleyen birşeymiş. Bunu yaşadıkça farkediyorum. Ya da ben karşılık görmek için iyilik yapıyor da olabilirim. Şu sıralar yediğimi düşündüğüm kazıklar belki anlatınca dişe dokunur gelmeyecek ama bana nedense çok koyuyor.
Sevgilisinden ayrıldığı ve bir evi olmadığı için hiç bize sormadan, tamamen samimiyetimize dayanarak evimizde kalmaya başlayan, taşınırken eşyalarını aşağıda bırakan, eşyalarını yukarı taşıdığımız - defalarca inip çıkmak suretiyle - bir arkadaşımız ne oluyor da sevgilisiyle barıştıktan sonra eve adımını atmıyor. Üstelik eşyalarını da almıyor. Bizim evimiz depo mu? Ardiye mi? Bu ne vurdumduymazlıktır, bir insanın ses çıkarmamasından bu kadar mı istifade edilir? Üstelik sadece benimle yakın münasebeti olan, evdeki asıl kişiyle çok süper muhabbeti dahi olmayan bu kişi evi boşaltacağımız günlerde neden eve gelip de eşyalarını toplamaz? Biz bunu hakedecek ne yaptık?
Eşyalarımı alırım ben demeyip de bize sen de eşyalarını toplarsın artık dedirten bu şahsın derdi nedir? Bunlara fena halde takığım şu sıralar.
Buna benzer yaşadığımız bir diğer vak'a daha beter sonuçlandı. Kafasına göre evimize girip çıkan bir başka arkadaşımız - başımızın üstünde yerin var demiştik - en son sınav kağıdı bizim adrese geldiği için ve sınava bir gün kaldığı için bizi yolumuzdan çevirmek suretiyle sınav kağıdını ayağına getirtti. Sonra da ne telefonlarımıza cevap verdi, ne halinden haberdar etti, bir kaç ufak eşyasını evimizde bırakmak suretiyle çekti gitti. Ev paylaşımını geçtim, kaç yıldır tanıdığım bir insan bana neden bunu yapıyor? Derdi ne? Gerçekten anlamıyorum. Derin bir depresyona girmiş bile olsa buna hakkı yok diye düşünüyorum. Kaldı ki depresyonluk bir durumu yoktu.
Herkes yapılacak birşey varsa yardıma gelelim diyor şu günlerde, yapılacak birşeyler olduğu aşikar, neden gel dememizi bekliyorlar. Günler önceden aramış bir arkadaşıma bu haftaiçi toplanacağız dememize rağmen neden dün gecenin körü arayıp yarın geleyim diyor. Neden bizim onun işine göre toparlanacağımızı düşünüyor.
PMS'ten de olabilir ama ufak ufak kimse beni sevmiyor, kimse beni umursamıyor sendromunda olduğumu hissediyorum.
Şimdi yakın sandığım bir arkadaşımdan bir mail geldi. Gözlerim doldu, gırtlağıma birşey takıldı. Sıçtığımın şirketinde de ağlanmıyor ki şöyle anıra anıra..
Neyse, araba bulursam şayet akşam arabayla döneceğim, yolda zırlarım.
Hadi bu kadar yetsin artık!

10 Haziran 2009 Çarşamba

gıpgıp, uyku ve bizim çocuklar


Tam bitti derken tekrar başlayan gıpgıp hadisesine artık daha fazla takılmak istemiyorum. Düğüne kadar ağız tadıyla, göz tadıyla bir uyku haram bana, bunu anladım. Uyku yoksa gıpgıp var, orası da kesin artık. Yapılacaklar listesine tik atmayı ne kadar çok sevsem de bunu yapamıyorum.


Hiçbir tik bir anda atılacak cinsten değil. Hepsi teferruatlı bir süreç sonucunda tiklenme kıvamına gelen işler. Misal evi toplama, misal damatlık alma, misal fotoğrafçı ayarlama. Karar vermekten henüz bıkmadım ama bu kadar üstüste karar vermek benim karar mekanizmamı ya bayağı bir geliştirdi ya da çökertti. Verdiğim kararların doğruluğunu bilahere yaşayarak göreceğiz.


Her sabah o sıcak yataktan çıkıp, banyoya gidip, yıkanıp, giyinip, mutsuz mutsuz servise binmek, serviste boynumu helak etmek suretiyle uyumak ve açılmamış gözlerle dükkana girmek. Bundan bıktım bu aralar. Ciddi bir tatil ihtiyacı içersindeyim. Bunun için de bu hengamenin bitmesini beklemeliyim. 1 ay var. Şimdilik beni en çok motive eden şey tatil. Bakalım o geçtikten sonra neyle asılcam hayata..




Şuraya kafamı koyup azcık göz kapaklarımı dinlendirsem ne olurdu sanki?