25 Temmuz 2017 Salı

Yaş Almost 36 İken Ben...

Şimdi önce halimi yazayım da bu an unutulmaz olsun.
6 Temmuz Perşembe günü tam da 8 Temmuz'da Thassos'a 10 günlük tatile gitmeye iki gün kalmışken, yeni taşındığımız Maslak ofiste bir rampadan sağa doğru ayağımı burkarak, kolumun üstüne düşüverdim. Hayatımda ilk defa ambulansa bindim. Ambulanstaki kız çocuğa bir çay içeriz orada değil mi dedi. Adım atamaz, kolu oynatamaz halde atellere birlikte acil servise girdim. Röntgen sonucu ayakta kırık olmadığı ama dirsekte kırık olduğu sonucu ortaya çıktı. 36 yaşıma sayılı günler kala ömrü hayatımda ilk defa vücudum alçıyla tanıştı. Sağ kolumu yarım alçıya aldılar. Beni kocama teslim ettiler, eve geldim. O günden beri evdeyim. İlk 10 gün apandist ameliyatından sonra geçirdiğim en zor 10 gündü. Ne yürüyebiliyorum, ne bir işimi görebiliyorum. Delicesine sıcaklarda bir de kaşınıyorum ki. Kalemi soktum elimden koluma doğru, hırt hırt. Kalemin boyası parçalanıp alçının içinde kaldı. Ama o 15 dakikalık krizle karışık kaşıma seansı inanılmazdı. Yeniden doğdum neredeyse. Neyse ki 10. günde alçımı çıkarttılar. Kemik kaynamamış olmasına ve başka bir doktor 6 hafta alçıda kalması lazım demesine rağmen ben başka bir doktora görünmeden alçısız kolumu öpe koklaya eve döndüm. O günden beri de evdeyim. Cumartesi ayağımı aynı yerden tekrar burkmam dolayısıyla ağrılarım cozutmuş olsa da, sağ kolumu tam açamıyor olsam da yatıp kalkıp halime şükrediyorum. Hoş Baltalimanı kemik hastalıkları hastanesinde 15 dakika geçiren herkes yatar kalkar haline şükreder.

Ozan beni o halde görünce çok acayip bir tepki verdi. Ağlamadı ama bağırdı, Çığlık çığlığa ortalığı inletti. İnsanın kendi çocuğuna sarılamaması da ayrı bir koyuyor. Uzun bağırma ve karşılıklı ağlaşma seansları sonrasında hikaye şeklinde ona durumu anlatınca sakinledi. Ve ilk cümlesi "Haydi, Yunanistan'a gidelim, anne kalk!". Sanırım pek de anlamamış ama ona da kızamıyorum çünkü ömrü hayatımızda ilk defa bavulumuzu - malumafatrusun da kulaklarını çınlata çınlata - tatilden 2 - yazıyla iki - gün öncesinden hazırlamıştık. Çok da uzun olmayan acaba gidebilir miyiz lan düşünce seansları ardından ortada don mon kalmadığından bavulu kuzu kuzu tekrar boşalttık.

Perşembe, Cuma çok popülerdim, telefonum susmadı, insan kara gün dostlarını böyle zamanlarda öğreniyor.  Şükür az değilmiş. Kara haber tez yayılır da nasıl doğru bir lafmış. Evime kadar gelip ziyaret edenler bile oldu, öpülesi dostlar.

İlk hafta Ozan'la ve tabii annemle evde takıldık. Bol kitap okumalı, az aktif bir hafta oldu. Geçen hafta itibarıyla Ozan 8:30- 16:30 okula başladı. İlk hafta anamla birbirimizi yedik. Bu hafta abimler geldi, annem yok. Yapayalnızlığın tadını çıkartıyorum. Boşlukta çok sıkılırdım eskiden olsa, nedense sıkılamadım daha.

2 saat daha yalnızım, sonra Ozancım gelir. Sabah kavga gürültü gitti evden. Bazen kendime çok kızıyorum ama yapacak bir şey yok. Neyse..

Pazartesi tekrar kontrole gideceğim, muhtemelen Salı iş başı yapacağım.
Tatil yandı tabii, ne zaman nereye gideceğimiz hiç belli değil, hala plan yapabilmiş değiliz.

İşe dönmek hiç içimden gelmiyor. Her şey çok anlamsız geliyor işle ilgili. Olaydan 1 gün önce istifa etmeyi düşündüğümü İlker'e söylediğimde iki gün izin al dedi. Yok toplantım var yok iş görüşmem var dedim, almadım izin. O öfke, evrende döndü dolaştı beni yere yapıştırdı. Toplantıları yemişim, mallık bizde ata sporu.

İnsan yine de iyi yanından bakmayı öğreniyor. Sağlığım yerinde olsa bu günleri çok daha keyifli geçirebilirdim ama bedenin de dinlenmeye ihtiyacı var. Buna da şükür.

Herkes sağlığının kıymetini bilsin.
Küçük şeyleri dert etmesin.
Hayat büyük sıkıntılar yapacak kadar uzun değil.

Böyle de bir son işte..

22 Ocak 2013 Salı

Yazı yazmak için ne de güzel bir gün..

Herşeye kafayı takarak sanki tepeden aşağı yuvarlanıp düzlüğe varamayan bir kartopu gibiyim. Koccaman oldum, iki c ile, ama hala duramıyorum. Ne bitmez algım varmış. Azcık az algıla, az duy, az gör, az hisset, az takıntı yap diyorum kendime ama.. Dinlemiyorum da dinlemiyorum..

Bazı insanlar var mesela yaşadığı her anı gerçekten yaşıyor. Bense hep bir sonraki adımı, bir sonraki anı düşünerek, koştur koştur yaşıyorum. Ne yemeğimi tadına vararak yiyorum, ne sohbeti iyice dinleyerek ve ilgiyle ediyorum, ne bir yere keyifle seyahat ederek varıyorum.. Hepsinde süreç sanki hiç yaşanmıyor tarafımdan. Sadece sonuçlar var elimde, sanki tahlil yaptırıyorum. Yeter ki sonucu olsun elimde, nasıl yaşanırsa yaşansın..

Hep suçlu başkasıymış gibi geliyor bana, ama asıl sorun bende. Ben değişsem, bakış açım değişse, algım değişse hepsi farklılaşacak. Düzelmese de değişecek.

Koca bir boşlukta yaşıyor gibiyim, uzay boşluğu bu, salınıp duruyorum oradan oraya.. Geriye dönüp baktığımda sadece karanlığı mı göreceğim? Amacım ne?

Belki de hepsi fiziksel. Hareket etmeden durduğum için bütün gün vücut salgılaması gereken mutluluk,vs hormonları salgılayamıyor ve ben kendimi sürekli kötü hissediyorum. Devamlı hareket halinde olduğum bir işte çalışsam herşey bambaşka olabilir. 10,5 yıldır bunu yapmıyorum, denesem olacak belki.

Ama hep birisi benim yerime düşünecek ve bana önerilerle gelecek zannediyorum. Şöyle şöyle yaparsan düzeliceksin diyecek sanki birisi. Bir reçetem olsa, uysam o reçeteye de iyileşsem ne olurdu sanki..

13 Eylül 2012 Perşembe

İçtim biramı döktüm dramı!

İçim yana yana gelmişim eve buz gibi bir bira açmışım. üstelik gusta, üstelik tarihi geçmiş, üstelik tarihi geçmeden önce bile içememiştik biz bunu bozuk olduğundan şüphelenip. kaldı ki ben gusta hastasıyım. neyse, ne olursa olsun şimdi içiyorum. yarın durumum anlaşılır bira rengi olursa suratım.
şu sıralar bir uyuz halim var ki sormayın. herkese uyuz oluyorum. sanki tüm insanlar aralarında sözleşmişler, kusburnunun sinirine dokunacak şeyler yapıyoruz söz mü, 1 - 2 - 3 demişler. ve başlamışlar yapmaya. ben de itinayla her birine ayrı bir ehemmiyet gösterip yeterince uyuz oluyorum. holey!
şimdi eylül ayındayız ya, eylül ayı benim için cins bir ay. hem çok seviyorum hem de nefret ediyorum okul döneminden kalma bir nefret belki. iklim olarak güzel, uzun kollu giyilebilir ama üstüne bişey alman gerekmez falan. tişörtle çıkarsan serin serin oh mis.. ama dondurma da yiyebilirsin, hasta da olmazsın. zaten koç gibiyim ben hiç hasta olmuyorum. geçen kış bir kere bile hasta olmadım. öküz gibiyim öküz. bunu yazdım ya şimdi kesin hasta olurum. kem gözlü okur, maşallah de. amannn çok okuyorlardı zaten benim blogumu da.
iç dökentisi oldum.
ben yeğenimi çok seviyorum yaw, demiş miydim daha evvel? herkesin yeğeni ona güzel mi görünür bilmiyorum ama benimki on numara yeğen. bir de gülüyor ya, bir de kafasını bacaklarıma gömüyor ya içimin yağları eriyor eriyor.. sevmeye doyamıyorum, osuruğunun o olağandışı kokusu bile onu sevmeme engel olamıyor. daha ne diyim?
insanın birlikte iş yaptığı insanları sevme çabası bence takdire şayan. düşünsene hiç tanımadığın biri, löp diye karşı masanda çalışan biri oluyor. ve onunla iletişim kurmak zorundasın. ona iyi davranmak, onu sevmek, saçmasapan hatalarında onu incitmeden bunu bildirmek zorundasın. anne gibi bişey olmalısın yani. hatasız kul olmazzzz... hatamla sev beniiii.. diyorum bu duruma.

bu hafta bitmek bilmedi. bozuk biranın zehirleme etkisi nasıl oluyor acaba? geceyi bir kovada mı yoksa wcde mi geçireceğimi önceden bilmek isterdim oysa.

eylül demek yeni başlangıçlar demek, yeni sezon başlar eylülde, kırtasiye alışverişi yapılır, yeni kalem kutusu, yeni defter, yeni kalemler alınır. bense yenilenemedim hala. yenilenesim de yok. birşeyleri kökten değiştirmedikçe de yenilenmek yalan bir felsefedir bu dinde.

ay çok komik bişey dicem şimdi aklıma geldi. sabah uyanır uyanmaz içimde pala remzi adlı muhteşem ibo şarkısı çalıyordu. uzun bir süre de çaldı. nedenini çözemedim de şimdi yine aklıma geldi. bir de insanların rüyasına giriyormuşum. asabiyet halinde etrafımdakilere bağırıp çağırıyormuşum. amma tiskinçli bir insanım ben yaw. rüyalarına giriyorum milletin utanmadan.

ha bir de geçen cumartesi taksimde mahsur kaldık demiş miydim? istanbuldaki tüm taksiciler, belanızım bundan sonra. korkun benden.. rakı güzel bu arada, sanırım artık rakıcı olma yaşım geldi. bir gün sever miyim bu lanet kokuyu diyordum, o gün geldi ya la.. inanamıyorum. ama birayı da seviyorum, tuborg gold ve efes anfiltırıd bu ara favorim. leffe de buldukça tükettiğim bir bebedir. caddebostan sahilini seviyorum bir de. ayrı  bir alem orası. alemciler hep orda.

insanın cümle kurabilmesi ne garip. oysa ben beynimin binde 1e yakın bir kısmını kullanıyorum uzun bir süredir. yine de kurabiliyorsam - neye benziyorlar pek bilememekle birlikte- demek ki çok zor birşey değil..

hay ben bu laptopun ayrık tuşlarına diyerek bitiririm..

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Herkes aynı hayatta

Neyse efendim, ne diyordum.. şimdi öncelikle şunu demek istiyorum ki yazım kuralları beni ne hikmetse fevkalade sıkıyor, büyük harf küçük harf olayına ve hatta noktalama işaretlerine dikkat edesim hiç yok. böyle ergen gibi yazmak istiyorum. izninizle..
haftada bir sosyal aktivite kesmediğinden konserin peşinden cumartesi de pek muhteşem bir opera olayına nail oldum. opera festivali açılış gününde gerçekleşen operamızın adı don juan ya da don giovanni.. 9da başlayan opera açılış konuşması, akm protestoları falan derken 9.40 gibi başladı. sanırım bittiğinde saat ya 1di, ya 1'e geliyordu. yok arkadaş, opera seyircisi bayağı cinsmiş. twitterda biri yazmış da, bunlara jet set deniyormuş. ben yenge, görümce ve elti demeyi tercih ederim o fönlü saçlarıyla ve abiyeleriyle. bir de herkes birbirini tanıyor ben anlamadım. ama beni tanıyan çıkmadı ne hikmetse. e gizemli bir kişiliğim ne de olsa. fönsüz olduğumdan tanıyamadılar belki de. ne olursa olsun, ne muhteşem birşey olursa olsun bir insanın 3 saatten fazla aynı koltukta oturması ve muhteşem bir konsantrasyonla birşey izlemesi pek olası değil. buna kim olası diyorsa gelsin göstereyim. evet ara vardı ama ne fayda. bir de pek muhterem reji hiç mi bir cacık kesmedin be eserden. her zerresini oynamışsın. bir de biz angutmuşuz gibi her cümleyi 3 kere tekrar ettirmişsin. valla 3 saatlik operayı kağıda döksen bak abartmıyorum 2 A4 tutar önlü arkalı. ne fazla ne eksik. aman neyse, yanarım yanarım o festival için devletin oraya harcadığı ve denizbankın hibe ettiği paraya yanarım. o parayla ne tiyatro medreseleri kurulurdu be.. peff..

haliç bok renginde ama kokusuz bu arada. olay haliç kongre merkezindeydi de ordan biliyorum. bok renginde olan birşeyin kokmaması şaşırtmadı değil. sadece ben değil düğüne katılan tüm görümce ve eltiler de bu duruma şaşırdı. aa dedi hepsi kokmuyor.

kahve dünyasının dondurmalarına dadandık bu aralar. bitter çikolatalı, damla sakızlı favorim. portakallı sorbe berbat birşey sakın yemeyin. yazın dondurma gibisi yok. bir de içine yarım limon sıkılmış soda.. evet az önceki tweetimden çaldım da koydum buraya..

evdeki tüm camlar açıkken nasıl oluyor da kafamdan kötü düşünceleri söküp atamıyorum. ay onu yazmıcaktım da dicektim ki nasıl oluyor da kan ter içinde kalmaktan kendimi alamıyorum.

böyle işte ya.. bir daha ne zaman yazarım acep.. yazmak kaç kalori harcatıyor? ütü çok harcatıyor bence yazın en azından. (evet bunu da tweetlediydim). ben on parmak yazıyorum, o zaman 10*parmak başına 1 kalori olsa 10*kelime sayısı olsa oooo bayağı yakarım yaw.. onu da 100'e böleyim di mi? gerçekçi olmayacak yoksam. sonuçta mesela 45 dakika bisiklet çeviriyorsun 150 kalori falan yakıyorsun. şaka gibi.. hayat daha adil olabilirdi bence..

saygılar benden..

5 Temmuz 2012 Perşembe

Kendini bişey sanma!


Ahanda başlıyorum yazmaya.. Konumuz dün gittiğim konser. Mehmet Erdem konseri @JollyJokerBalance. Her şeyden (bu ayrı mıydı bitişik miydi, yazarken altını kırmızı çizdi diye ayırdım, pef) önce ilerleyen yaşım ayakta dikilmeli konserlerde 1. saat sonrasında performansımı %50 düşürürken, uzun saçlı kadınları saçsal teması, uzun boylu ve iri kıyım (genç irisi) kadın/erkeklerin tensel temas kurup önüme geçme çabası, üzerimden şişe geçiren yarmagül garsonların müsaade istemeleri falan da sinir katsayımı %60 civarında arttırıyor. Ve tam o anlarda neyime benim konser monser, oturaydım evimde, açaydım müziğimi, takaydım kulaklığımı, dinleyeydim moduna giriyorum. Derken bir şarkı çalıyor "laaann en sevdiğim şarkı bu, oley" diyip tüm temasların anlamını kaybettiği bir hale geçiyorum.
Dünkü konserde bu an bir kere yaşanabildi. O da Mehmet Erdem'in hiçbir yerde çalamadığımız Leyla ile Mecnun parçalarını çalalım dediğinde oldu. Hem jeneriğini hem de acıklı anlarda çalan parçayı çaldılar. Çok süpersonik bir an oldu, iyi oldu.
Albümdeki tüm şarkıları söyledi Mehmet. Bir ara Cihan Güçlü'yü çağırdı sahneye, onunla L&M'nin sezon finalindeki eksik bir şey adlı şarkıyı söylediler. Şarkıyı bilmediğimden, sesten sözden de pek birşey anlayamadığımdan beğenmedim ama bilenler eşlik etti falan..
Ben yazıyı bitirene kadar kargo geldi, in, çık, derken mesai başladı.. Arkası yarın..

Gün Bugün!

Valla bugün bir yazı yazacağım.. Galiba.. Valla bak emin gibiyim.. Yazacağımdır evet evet kesin öyledir.. Bekleyin anacıııımmmmm...

17 Aralık 2011 Cumartesi

somebody that i used to know

Dün akşam, önceki gece 10 buçuğa kadar işte harala gürele çalıştığım ve gece de kafasal doluluktan ötürü pek uyuyamadığım için 7 buçuk gibi koltukta sızmışım. Çamaşırı asmak için uyanıp, asıp (görev bilincinin gözü kör olsun, çamaşır kokmasın diye saat kurmuştum sızacağımı hissedip), yatağıma yatıp 10 gibi tekrar derin uykulara gömüldüm.
Derken gece 12 civarı önce rüyamda sonra gerçeğimde hayvansal sesler duydum. Ve bu duyumlarımın sonucunda da uyandım. N'oluyoruz dememe kalmadı, bu hayvansal seslerin kağıt yatak odası duvarımızın öte yanından geldiğini farkettim. Şu sıralar düzenli bir cinsel hayatım olmayabilir ve bu yüzden bu seslerin beni ekstra uyuz ettiğini düşünecek olabilirsiniz. Hani olan var olmayan var hesabı bir uyuzluk duyuyorum sanabilirsiniz. Ama konunun onla ilgisi bence yok. Birincisi sesler çok yapmacıktı, ikincisi sesini duyduğum bir eylemin kendisini de gözümde canlandırmaya başlıyorum ki götten bacaklı yan komşumuzla onun suratsız karısını hayalimde canlandırmak midemi bulandırmak dışında bir işe yaramıyor. Bu noktada sizleri bir kadın bir erkeğin aşağıdaki bölümüyle başbaşa bırakıyorum. Ve bu aptal duvarları yapan müteahhitlerin burnu hemen düşsün diyorum..
http://www.youtube.com/watch?v=hZDR_Zr1R0k

Evdeki elektronik aletler birer birer bozuldu. Önce ütü, ardından süpürge. Aradan birkaç gün geçti önce ütüyü yaptım (birşey de yapmadım gerçi, tekrar denedim, okudum, üfledim, çalıştı), sonra da elektrikli süpürgeyi. Soyadıma layık bir insan olmaya başladım iyice.. Hemen bekleyen vakum poşetindeki havayı hüplettim süpürgeye ve ortadaki yorganlardan kurtuldum. Ortalıkta birşey kalınca ultra gıcık oluyorum. Ve günlerdir nevresim yıkıyorum. Nevresim kadar nankör başka birşey yok bence. Biri bir geceliğine gelir, sizde kalır ve ona yatak serersiniz. Ertesi gün gider. Başkası gelir ama ona bir kere yatılmış da olsa birinin yattığı çarşafı sermek olmaz. Hemen yenisi çıkartılır, serilir. Sadece çarşaf olsa yine iyi, yastık kılıfı, yorgan kılıfı.. İşte, günlerdir eve gidip gelen misafirlerin birikmiş nevresimlerini yıkıyorum. Makine de küçük mü nedir üç dört parça koyuyorum kapak kapanmıyor. Azar azar yıkamak zorunda kalıyorum. Neyse, bugün bitirdim nevresim işini, son parti de kuruyunca eve bir daha asla misafir almayacağım. Ben böyle diyorum ama misafir de benim keyfimi bekliyordu zaten.. Peeh..

Hem insanların ilgilenmediklerinden şikayet ediyorum kendi içimde, hem de arayanlarla konuşmak istemiyorum. Çünkü mesela birini geri arıyorum, bir çıkar için aramış oluyor. Ayrıca kimseyle bu askerlik muhabbetlerine giresim yok. İnsanların o gerzekçe üstten tavırları, bakışları, konuşmaları.. Beni geriyor artık, kimseyi istemiyorum. Bu sebepten ötürü de bir vadede yurtdışında yaşamak istiyorum. Neresi, nasıl, hiçbir fikriyatım yok ama birgün defolup gideceğim.

Ve aile meseleleri.. Kızgınım onlara, hem de pek çok.. Biz hiçbir zaman tam bir aile olamadık zaten. Babamla aramızda geçen son telefon konuşmasından sonra beni arasa da telefonumu açar mıyım bilmiyorum. Bir yandan da bir gün kötü birşey olursa bugünleri böyle geçirdiğim için kendime kızacağımı da biliyorum. Ama sinirim hala geçmedi. Annemin bana en sonunda gelininin adıyla hitap etmesi, varını yoğunu torunu için seferber etmesi, beni saçma sapan durumlara düşürmesi,vs.. Hala sinirim geçmedi.

Tüm uyuzluğum bundan.. Bir de başım çalkalanıyor, ufak ufak dönüyor, tatlı tatlı.. Burnum akıyor, kulaklarım tıkalı, hareketlerim dengesiz, bir başağrısı ki lodostandır diye düşünüyorum..
31 gün kalmış, cenabet bir kalan sayısı.

başlığa sözkonusu olan şarkı ve son birkaç günümün loop şarkısı:
http://www.youtube.com/watch?v=8UVNT4wvIGY
Elveda..

4 Aralık 2011 Pazar

kütahya malatya arası kaç saat?

Günlerdir kafamda bir cümle var; "ne olursa olsun insan yalnız şu dünyada!".. Ne kadar "benim ailem var..", "çevrem geniş", "arkadaşlarım çok" diye düşünse de insan özünde yalnız. Kendi kararlarından, kendi tavırlarından, kendi cümlelerinden, kendi tutumlarından sorumlu.. Kimse senin adına birşey yapamıyor, kimsenin yaptığı şey sende sen yapmışsın hissiyatı yaratmıyor. Sen ne yaparsan o oluyorsun, öyle tanınıyorsun, kendisi şöyledir ama annesi böyledir diye kimsenin sana olan tavrı değişmiyor.. Özetle birey olamıyorsan bir hiç olmaya mahkumsun..
Bir hiç olmak ya da olmamak.. İşte bütün mesele bu..
Anneyle yapılan telefon konuşmasında anne bana ben hariç herkesle ilgili sorular soruyor, ben de benimle ilgilenmediği için ona kızıyor, o da ben kızdığım için kapatmak istiyor, ben de bir kere beni sor diyor, o da yine başkasını soruyor, bu sefer benim gözler doluyor, telefon kapatılıyor. vicdan azabı.. ağlamalar.. sinir boşalması.. tüm vücudum zaten mütemadiyen seyirtiyor.. sinirsel haller beni bitiriyor..
yazasım yokmuş meğer, ne kastırdım ya.. yor falan.. of..

12 Kasım 2011 Cumartesi

atarsa van ve şiirler...

Ben şafak sayadurayım, günler peşpeşe geçiyor, ömür tükenip bitiyor..
Derken bir bunalım beni içine çekiyor, çekiyor, çekiyor.. Yok diyor, sen hiçbirşey yapma, kimseyi görmesin gözün, kimsenin laflarını duymak, kafayı takıp sinir olmak zorunda kalma. Yalnız kal sen diyor, kimseyle program yapma, tek başına takıl, kimseyi beklemek, kimseyle buluşmak zorunda hissetme kendini. Yalnızlıktır da güzeldir diyor, güzeldir, valla bak, bir dene, sen de seveceksin..
Ve deniyorum.. 11.11.11 geyiğini 1 başıma 1 yerlerde yaşıyorum.

Şiirle haşır neşir bir insan değilim ben. Yani, üniversite yıllarında bir dönem Can Yücel ve Nazım Hikmet şiirlerine fena sarmıştım evet ama uzun yıllardır şiir okumuşluğum yok. Şiire karşı ne bir önyargım vardır ne de aşırı müptelalığım..
Geçtiğimiz hafta maya sahnesindeki bir oyuna giderken aldığım maya kart ile mayadaki tüm oyunları ücretsiz izleyebildiğimden ve yapacak daha iyi bir işim olmadığından ve dışarı çıkmak istediğimden ve kimseyi görmek de istemediğimden dün akşam mayadaki "üstü kalsın" adlı şeye gittim. Şey diyorum çünkü ne diyeceğimi bilemiyorum. Tiyatro gerçek adlı grubun olayıydı ama bence tiyatro değildi. Dinleti de değildi. Şimdi bıraksam kendimi Hakan Gerçek'i yerden yere vurabilirim. Sahne performansı bence fena halde kötüydü. Nefesi, öksürmesi, o dapdar havasız salona rağmen sahnede sigara içmesi (ki bence salon isterse onbinmilyon metrekare olsun sigara o ana olağanüstü bir ifade katmıyorsa sahnede asla sigara içilmemeli), iki monitorden şiirleri çaktırmadan okuması, yapmacıklığı,vs.. Neyse, vurmayacağım dedim ya tutamadım kendimi.. Ara ara da güldüm hani, adamın artistliğine, uyduruk birşey yapmış olmasına rağmen kendinden fena halde memnun haline, tavrına.. Bu insanların bence bir tane bile yakın arkadaşı yok. Demiyor mu kimse olmuyor Hakan bu böyle, yemez seyirci bu dalgaları diye.. Yok demek ki , ya da dedirtmiyorlar duvarlarını örüp..
Her neyse.. Sonuca gelecek olursak, adam ne kadar başarısız olursa olsun Cemal Süreya o kadar güzel şiirler yazmış ki onun hatrına sonuna kadar kalabildim salonda. Ve üstelik çıkar çıkmaz bir Cemal Süreya kitabı almak, hemen şiirlerine gömülmek için can attım. Ve aldım da.. Eğer ki adamın amacı buysa bence başarılı oldu. Ama bu başarıyı kendine yazmaması gerekir diye düşünüyorum. Bu başarı Cemal Süreya'nın başarısıdır.. Ya da benim fevkalade melalkolik ruhumun başarısı..
Ama baksanıza şu şiirin güzelliğine..

GÜZELLEME

Bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların

Bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur
Bunlar da saçların işte akşamdan çözülü
Bak bu sensin çocuğum enine boyuna
Bu da yatak olduğuna göre altımızdaki
Sabahlara kadar koynumda yatmışsın
Bak bende yalan yok vallahi billahi
Sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur

İşe bak sen gözlerin de burda
Gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık
İyi ki burda yoksa ben ne yapardım
Bak çocuğum kolların işte çıplak işte
Bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün
Gözlerin sabahın sekizinde bana açık
Ne günah işlediysek yarı yarıya

Sen asıl bunlara bak bunlar dudakların
Bunların konuşması olur öpülmesi olur
Seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde
Vapurdaydık vapur kıyıya gidiyordu
Üç kulaç öteden İstanbul gidiyordu
Uzanmış seni usulca öpmüştüm
Hemen yanımızdan balıklar gidiyordu.

17 Ekim 2011 Pazartesi

dogs an ichi

yapıştım sanki bu hayatın içine.. hani vaktim dolmuş, gitmem gerekiyormuş da gidemiyorum gibi.. hiçbirşey beni mutlu etmiyor ama bir ısrar var yaşamakta.. ya ne garip.. vallahi garip.. benden başka kimseye garip gelmiyor mu? misyonumuz nedir hacılar? misyonumuz nedir ağalar?

benim misyonum şikayet etmek heralde.. ay geçen gün çok fena bir tivit gördüm, öl diyordu bana. dur bakiyim bulabilirsem yazayım..bulamadım.. geçmiş olsun.. ama şöyle birşeydi, dedikodu yapanlarla, herşeyden şikayetçi olanlara giydiriyordu. yani bana.. eyvallah ciğerim sağol..

youtube ile vjlik yapıyorum akşamıma.. sakin denek hayatımdan başladım, sağ taraftaki önerileri dikkate alarak ne çıkarsa basıyorum.. gele gele emre aydına geldim.. dayan yalnızlığım.. erdem yener diye biri varmış, onu öğrendim, bir de fırat tanış şarkıcıymış falan.. insan sürekli birşeyler öğreniyor, neyse ki internet var..

yalnız olmak boktanmış, yarın öbür gün buraya bakarsam bunu okuyayım da yanımdakinin kıymetini bileyim.. insanın çamaşırı bile birikmiyor arkadaşım ya.. 2 ayda 3 kere çamaşır yıkadım, yuh bana.. ev de soğuk artık, kış geldi, camlar fıldır fıldır hava kaçırıyor.. tüm eve pimapen taktırayım diyordum baştan, sonra başa çıkamam dedim tırstım.. iyisi mi ben kendime pimapen taktırayım. hem maliyeti de düşük olur, yanlış mıyım?

dayan yalnızlığım..

valla bir bıraksam kendimi çok pis duygulanırdım belki bu şarkıyla da şu an dalga geçme arzum ağır basıyor..

ben daha sana ne diem? carpe diem..

13 Ekim 2011 Perşembe

müzik...

Eskiden, bundan 7 yıl önce, çalıştığım işten çok sıkıldığım bir dönemde, ne yapmak istiyorum ben diye düşündüğümde kendime ilk defa bir cevap bulmuştum. Cevabım ben müzik dinlemek istiyorum idi. İş olarak. Ama ne dinlediğim müzikle ilgili bir eleştiri yazmak, ne puanlamak, ne yorumlamak istiyordum. Tek işim müzik dinlemek olacaktı ve bir takım saftorikler de bana sırf müzik dinliyorum diye para vereceklerdi. Nasıl bunalmışsam o dönem böyle birilerinin varlığına inanmıştım. Şimdi yine ara ara ideal işim ne ki benim diye düşündüğümde bu geliyor aklıma. Müzik dinlemek ne güzel birşeydir... İnsan heralde bunun kıymetini en iyi dinleyemediği, dinlemesinin engellendiği dönemlerde anlar.. Şimdi işyerinde, muhteşem senhayzır kulaklıklarımla öyle bir soyutlanıp müzik dinliyorum ki.. Yok böyle bir keyif..

Bazen dalıyorum, aa bir bakıyorum hiçbirşey yapmamışım, kendimi sadece müziğe kaptırmışım gitmişim. Tamam tamam, çok nadiren olabiliyor bu ama birkaç kere oldu sonuçta..

Bu hafta bir türlü bitmek bilmedi. Yarın akşam havalarda olacağım, bu saatlerde de inmiş olacağım ve hatta belki de sevgiliye sarılıyor olurum, kim bilir..

Geçen gün guguk kuşu diye türkçeye çevrilen filmi izledim. Acıttı.. Adamın enerjisine hayran kaldım, özendim..

Biraz birşeyler okumaca..

doksanaltı

Nihayet 100'ün altına indi.. İndi de ne oldu, geçen bizim ömrümüz değil mi? Evet, öyle.. Bugünler de böyle yaşanacak demek ki, bünye bunu uygun buldu, elden ne gelir.. Ya da kısaca "yapacak bişey yok"..

Yarın uçuşlu bir yolculuğa çıkacağım, uçuşlarda ve de kaçışlardayım..

Kafamdan geçen birşey yok, ne yazsam ya, geçen gün şunu şunu yazayım diye düşünmüştüm. Al işte gene unuttum.. Ses kaydı yapmam lazım, hemen unutuyorum, bunak insan oldum çıktım..

Şu an üstümde tişört olmasına rağmen pişmekteyim.. Hani kış gelmişti, hani yorganlar inmişti?

Daha fazla kasamayacağım, saygılar.

5 Ekim 2011 Çarşamba

yüzdört

Ayrılık hala pekçok an pekçok kereler koymaya devam ediyor. Ama bu yazımın konusu Pazartesi izlediğim, hatta malumafatrus hanım ile birlikte izlediğimiz "Bir zamanlar anadolu'da" adlı film.. Adına tıklayınca kendine ait naçizane film yorumlarını da okuyabilirsiniz.

Ben film başlamadan önce böyle uzun uzadıya reklam gösterilmesinden hiç mi hiç hazzetmiyorum. Öncelikle bunu belirteyim. 2-3 tane gelecek program fragmanı yapılsın elbet ama 30 dakika reklam nedir? Özellikle alışveriş merkezi sinemalarında mı bu böyle, yoksa artık tüm sinemalarda mı böyle bilemiyorum. Zaten sinemaya da kırk yılda bir gidiyorum.. Ama olsun, yine de yarım saatimi heba etmek istemiyorum.

Her neyse, konumuza dönelim. Filmle ilgili arkadaşlarımdan çok olumlu şeyler duymuştum. Mutlaka gitmemi söylemişlerdi. Sözüne güvendiğim insanlar olduğundan panpişime de "aa bak ben de pek izleyemiyorum NBC filmlerini ama bu heralde orhan pamuk'un masumiyet müzesi gibi, daha izlenebilir bir filmiymiş" bile demiştim. Pek ikna edememiştim onu ama kendimi etmiştim.

Önce beğendiklerimi yazayım.. Sahnelerin pek çoğunu gayet net hatırlıyorum. Naci'nin karanlık suratı, Arap'ın elma silkelemesi, kavun çalması, elmanın yuvarlanışı, siyah poşetin savruluşu, muhtarın kızının çay dağıtışı, zifiri karanlık yolda farın ateş gibi görünmesi, kayaların kabartma gibi hali, şimşek, rüzgar, araba kenarında beklerken doktorla arabın içten mi dıştan mı konuştukları muallak sahne, otopsi yapılırken doktora kan sıçraması, kırt kırt ciğerlerin kesilmesi.. Var da var..

Ama konu neydi? Anlamadım, gerçekten anlamadım. Herkesin yarım yamalak bir hikayesi çıtlatılıyor. Hiçbirini tam öğrenemedik. Adamların kadınlarla ilişkileri, onlara bakışları, sırnaşmaları neye tekabül ediyordu? Naci'nin oğlunun olayı ne? Adamı kim öldürmüş? Diğer sanığın olayı ne? Çocuğun olayı ne? Doktor diri diri gömüldüğünü kimden sakladı? Kimi koruyor? Neden koruyor? Bir muamma ile çıktım filmden. Kafamda netleşmeyen olay örgüleri. Eyvallah sanat filmi, eyvallah görüntüler şahane falan da bir de konu olsaydı ya..

Üstüne bir de arkadaşlarıma bir daha sizin yönlendirmenizle filme gitmem diyince aşağılanmadım mı? Bu sanat filmlerini beğenmek bir zorunluluk sanırım. Aksini kimse kabul edemiyor. Hayretlere düşüyor herkes beğenmedim diyince. Bunu da anlamıyorum. Entellektüel seviyem böyle demek ki, size ne yani..

Kesseler o yazdığım sahneleri, albüm yapsalar mesela, ara ara çevirir çevirir bakarım. Gerçekten güzel.. Ama hepsi bu..

Ha bir de bir arkadaşımın yorumu; ben dedim ki doktor ana karakterdi, ne alaka yani? O da dedi ki; bir zamanlar anadolu'da sadece doktorlar vardı, mecburen gönderilen.. Ondan.. Hmm dedim, çok acayipmiş gerçekten..

1 Ekim 2011 Cumartesi

yüzsekiz

Yüzün altına düşmek amma da uzun sürdü. Haftaya inşallah..
Açıkçası yazacak neyim var bilmiyorum.
Sadece yüzsekiz kaldığını not etmek istedim.
Bir de hazır ve nazır bir şekilde arkadaşımın gelip beni almasını bekliyorum.
Ama o muhtemelen ya emziriyor, ya da çocuğu uyutmaya çalışıyor..
Bir de yeni iki ev arkadaşım oldu.
Biri sürüngen, biri insan..
Müdür sürüngene hırladı, sürüngen yatak odamda yaşamayı uygun buldu..
Müdür buralar benim edasından bir an bile vazgeçmeden tüm gün kafesinin dışında takıldı, öttü, carladı..

19 Eylül 2011 Pazartesi

sanırım yüzyirmi

Yine bin tane düşünce gezeliyor beynimde. Bazen diyorum bir cihazım olsa, düşündüklerimi sesli olarak dile getirsem ve bu muhteşem düşüncelerim beyinciğimin kıvrımlarında yokolup gitmese. Yazıya dökebilsem mesela. Ama eminim elimde bir cihaz olsa bile, ki istesem bir milisaniye içinde iphone ile sesimi kaydederim, onu açmaya kesin üşenirim..
İnsanlara uyuz olmakla, onları kabullenmek arasında hayat tırmalıyorum. Uyuz olursam kendimi yıpratıyorum, tepki verirsem de hem başkalarını hem kendimi. Geniş insanlara geniş davranabilsem mesela, nasıl olur? Bence iyi olur ama geniş davranmak için geniş olmayı öğrenmem lazım. Ya benim bu test sonuçlarında yine çocuk özelliklerim öne mi çıkıyor acaba?
Öyle bir moddayım ki, yazmak çok komik geliyor. Ama olsun, yazacağım. İleride okuyunca ne kadar beyinsiz olduğumu görmek hoşuma gider. İleride bir gün, bu aptal saptal günler çok uzaklarda kaldığında bu blog yazısını okuyup "zuhahahahah" diyebilsem mesela, daha ne isterim şu hayattan..
Arabama atlayıp basıp gitmek istiyorum. İntikam alır gibi, yollardan, insanlardan, şehirden.. Sanki birilerinin umrundaymış gibi, bir dizi çekimindeymiş gibi mesela. Tanrım ben önemliyim ama kimse benim önemimi kavrayamıyor. Beyni yok bu insanların, oysa ben bir taneyim, nar taneyim, nar kardeşim..
Boş bir oda.. İçindeki bir köşesi ta yere kadar örümcek ağı kaplı. Ve duvarlarda da örümcek ağları çok. O odaya giriyorum ve sanki kendimi ağlara dolanmış buluyorum. Hayatta en çok korktuğum ve tek korktuğum hayvan örümcek benim. Çocukluğum banyodaki örümcekleri görüp ağlamakla geçti benim. Küvetteki taburenin altına saklanan örümceklerden dolayı kaç defa anadan üryan banyodan kaçtım ben? Yok ya, bir havluya sarınmışımdır, o kadar da değil. Bu örümcek ağlarına dolanmışım sanki. Bir sıkıntı. Hiçbirşey yapmama isteği. Renkli bir dünyanın siyah beyaz kenarıyım ben. İnsanların tüm o çabaları, sohbetleri, önemsemeleri, takıntıları, işleri, güçleri, lafları, sakızları falan umrumda değil. Ya da gereğinden fazla umrumda. Ve görüyorum ki ben kimsenin umrunda değilim. Ya da istemiyorum kimseyi. Aramasın kimse beni. Ben aranmayan, konuşulmayan, umursanmayan insan olayım istiyorum. Vah vah bana.. Tüh tüh bana..
En sinir olduğum sorular ve duymaktan bıktığım cümleler neler mi? Söylüyorum. Sayılı gün çabuk geçer. E iyi, güzel yerdeymiş. Gez, toz, özgürce dolaş. Napıyor bizimki, aradı mı? Haber var mı? Ohh, evci de çıkar o, kebap. İyice kurudun ha. Yemene içmene dikkat et. Tek başına korkmuyor musun evde? Gidicek misin bu haftasonu? Geliyim mi? Yemeğin var mı? Afiyet olsun. Yok yok, o aslında öyle değil. Kuzucuğum benim.

Bir makina olsa diyorum, içine girsem, kapatsam kapısını. Dondursam kendimi mesela. Zamansız, mekansız, beyinsiz.. İçinde dursam o makinanın. Siz burda bu muhteşem dünyada fevkaladenin fevkinde hayatlar yaşamaya devam ederken ben orda dursam dursam dursam.. Sonra vakit dolunca açılsa kapım. Bitti dese biri, o gelse, çıkartsa beni kutudan.

Amma güçsüz çıktın kızım sen de.. Kendi kendine yetemediğini biliyorduk da bu kadar olduğunu tahmin etmiyorduk. Yuh sana.Abarttın da abarttın. Zayıf şey.. Yaşama özürlü seni.. Yat kalk haline şükret. Çok uzaklarda bir yerde de olabilirdi.. Hiç arayamıyor da olabilirdi. Ne doyumsuzsun. Ne huzursuzsun.

Sanane be sanane. Sen git kendi muhteşem hayatına bak. Ben sana karışıyor muyum? Kafamın tasını attırmayın rica edeceğim. Kelimeler.. Siz de anlamınızı yitirdiniz bence artık. Pat diye biter bu iş burada..