17 Ekim 2011 Pazartesi

dogs an ichi

yapıştım sanki bu hayatın içine.. hani vaktim dolmuş, gitmem gerekiyormuş da gidemiyorum gibi.. hiçbirşey beni mutlu etmiyor ama bir ısrar var yaşamakta.. ya ne garip.. vallahi garip.. benden başka kimseye garip gelmiyor mu? misyonumuz nedir hacılar? misyonumuz nedir ağalar?

benim misyonum şikayet etmek heralde.. ay geçen gün çok fena bir tivit gördüm, öl diyordu bana. dur bakiyim bulabilirsem yazayım..bulamadım.. geçmiş olsun.. ama şöyle birşeydi, dedikodu yapanlarla, herşeyden şikayetçi olanlara giydiriyordu. yani bana.. eyvallah ciğerim sağol..

youtube ile vjlik yapıyorum akşamıma.. sakin denek hayatımdan başladım, sağ taraftaki önerileri dikkate alarak ne çıkarsa basıyorum.. gele gele emre aydına geldim.. dayan yalnızlığım.. erdem yener diye biri varmış, onu öğrendim, bir de fırat tanış şarkıcıymış falan.. insan sürekli birşeyler öğreniyor, neyse ki internet var..

yalnız olmak boktanmış, yarın öbür gün buraya bakarsam bunu okuyayım da yanımdakinin kıymetini bileyim.. insanın çamaşırı bile birikmiyor arkadaşım ya.. 2 ayda 3 kere çamaşır yıkadım, yuh bana.. ev de soğuk artık, kış geldi, camlar fıldır fıldır hava kaçırıyor.. tüm eve pimapen taktırayım diyordum baştan, sonra başa çıkamam dedim tırstım.. iyisi mi ben kendime pimapen taktırayım. hem maliyeti de düşük olur, yanlış mıyım?

dayan yalnızlığım..

valla bir bıraksam kendimi çok pis duygulanırdım belki bu şarkıyla da şu an dalga geçme arzum ağır basıyor..

ben daha sana ne diem? carpe diem..

13 Ekim 2011 Perşembe

müzik...

Eskiden, bundan 7 yıl önce, çalıştığım işten çok sıkıldığım bir dönemde, ne yapmak istiyorum ben diye düşündüğümde kendime ilk defa bir cevap bulmuştum. Cevabım ben müzik dinlemek istiyorum idi. İş olarak. Ama ne dinlediğim müzikle ilgili bir eleştiri yazmak, ne puanlamak, ne yorumlamak istiyordum. Tek işim müzik dinlemek olacaktı ve bir takım saftorikler de bana sırf müzik dinliyorum diye para vereceklerdi. Nasıl bunalmışsam o dönem böyle birilerinin varlığına inanmıştım. Şimdi yine ara ara ideal işim ne ki benim diye düşündüğümde bu geliyor aklıma. Müzik dinlemek ne güzel birşeydir... İnsan heralde bunun kıymetini en iyi dinleyemediği, dinlemesinin engellendiği dönemlerde anlar.. Şimdi işyerinde, muhteşem senhayzır kulaklıklarımla öyle bir soyutlanıp müzik dinliyorum ki.. Yok böyle bir keyif..

Bazen dalıyorum, aa bir bakıyorum hiçbirşey yapmamışım, kendimi sadece müziğe kaptırmışım gitmişim. Tamam tamam, çok nadiren olabiliyor bu ama birkaç kere oldu sonuçta..

Bu hafta bir türlü bitmek bilmedi. Yarın akşam havalarda olacağım, bu saatlerde de inmiş olacağım ve hatta belki de sevgiliye sarılıyor olurum, kim bilir..

Geçen gün guguk kuşu diye türkçeye çevrilen filmi izledim. Acıttı.. Adamın enerjisine hayran kaldım, özendim..

Biraz birşeyler okumaca..

doksanaltı

Nihayet 100'ün altına indi.. İndi de ne oldu, geçen bizim ömrümüz değil mi? Evet, öyle.. Bugünler de böyle yaşanacak demek ki, bünye bunu uygun buldu, elden ne gelir.. Ya da kısaca "yapacak bişey yok"..

Yarın uçuşlu bir yolculuğa çıkacağım, uçuşlarda ve de kaçışlardayım..

Kafamdan geçen birşey yok, ne yazsam ya, geçen gün şunu şunu yazayım diye düşünmüştüm. Al işte gene unuttum.. Ses kaydı yapmam lazım, hemen unutuyorum, bunak insan oldum çıktım..

Şu an üstümde tişört olmasına rağmen pişmekteyim.. Hani kış gelmişti, hani yorganlar inmişti?

Daha fazla kasamayacağım, saygılar.

5 Ekim 2011 Çarşamba

yüzdört

Ayrılık hala pekçok an pekçok kereler koymaya devam ediyor. Ama bu yazımın konusu Pazartesi izlediğim, hatta malumafatrus hanım ile birlikte izlediğimiz "Bir zamanlar anadolu'da" adlı film.. Adına tıklayınca kendine ait naçizane film yorumlarını da okuyabilirsiniz.

Ben film başlamadan önce böyle uzun uzadıya reklam gösterilmesinden hiç mi hiç hazzetmiyorum. Öncelikle bunu belirteyim. 2-3 tane gelecek program fragmanı yapılsın elbet ama 30 dakika reklam nedir? Özellikle alışveriş merkezi sinemalarında mı bu böyle, yoksa artık tüm sinemalarda mı böyle bilemiyorum. Zaten sinemaya da kırk yılda bir gidiyorum.. Ama olsun, yine de yarım saatimi heba etmek istemiyorum.

Her neyse, konumuza dönelim. Filmle ilgili arkadaşlarımdan çok olumlu şeyler duymuştum. Mutlaka gitmemi söylemişlerdi. Sözüne güvendiğim insanlar olduğundan panpişime de "aa bak ben de pek izleyemiyorum NBC filmlerini ama bu heralde orhan pamuk'un masumiyet müzesi gibi, daha izlenebilir bir filmiymiş" bile demiştim. Pek ikna edememiştim onu ama kendimi etmiştim.

Önce beğendiklerimi yazayım.. Sahnelerin pek çoğunu gayet net hatırlıyorum. Naci'nin karanlık suratı, Arap'ın elma silkelemesi, kavun çalması, elmanın yuvarlanışı, siyah poşetin savruluşu, muhtarın kızının çay dağıtışı, zifiri karanlık yolda farın ateş gibi görünmesi, kayaların kabartma gibi hali, şimşek, rüzgar, araba kenarında beklerken doktorla arabın içten mi dıştan mı konuştukları muallak sahne, otopsi yapılırken doktora kan sıçraması, kırt kırt ciğerlerin kesilmesi.. Var da var..

Ama konu neydi? Anlamadım, gerçekten anlamadım. Herkesin yarım yamalak bir hikayesi çıtlatılıyor. Hiçbirini tam öğrenemedik. Adamların kadınlarla ilişkileri, onlara bakışları, sırnaşmaları neye tekabül ediyordu? Naci'nin oğlunun olayı ne? Adamı kim öldürmüş? Diğer sanığın olayı ne? Çocuğun olayı ne? Doktor diri diri gömüldüğünü kimden sakladı? Kimi koruyor? Neden koruyor? Bir muamma ile çıktım filmden. Kafamda netleşmeyen olay örgüleri. Eyvallah sanat filmi, eyvallah görüntüler şahane falan da bir de konu olsaydı ya..

Üstüne bir de arkadaşlarıma bir daha sizin yönlendirmenizle filme gitmem diyince aşağılanmadım mı? Bu sanat filmlerini beğenmek bir zorunluluk sanırım. Aksini kimse kabul edemiyor. Hayretlere düşüyor herkes beğenmedim diyince. Bunu da anlamıyorum. Entellektüel seviyem böyle demek ki, size ne yani..

Kesseler o yazdığım sahneleri, albüm yapsalar mesela, ara ara çevirir çevirir bakarım. Gerçekten güzel.. Ama hepsi bu..

Ha bir de bir arkadaşımın yorumu; ben dedim ki doktor ana karakterdi, ne alaka yani? O da dedi ki; bir zamanlar anadolu'da sadece doktorlar vardı, mecburen gönderilen.. Ondan.. Hmm dedim, çok acayipmiş gerçekten..

1 Ekim 2011 Cumartesi

yüzsekiz

Yüzün altına düşmek amma da uzun sürdü. Haftaya inşallah..
Açıkçası yazacak neyim var bilmiyorum.
Sadece yüzsekiz kaldığını not etmek istedim.
Bir de hazır ve nazır bir şekilde arkadaşımın gelip beni almasını bekliyorum.
Ama o muhtemelen ya emziriyor, ya da çocuğu uyutmaya çalışıyor..
Bir de yeni iki ev arkadaşım oldu.
Biri sürüngen, biri insan..
Müdür sürüngene hırladı, sürüngen yatak odamda yaşamayı uygun buldu..
Müdür buralar benim edasından bir an bile vazgeçmeden tüm gün kafesinin dışında takıldı, öttü, carladı..