29 Nisan 2010 Perşembe

Carpe diem

Diyem diyem, carpe diyem. Bilmem ki ben ne diyem?
İşte böyle iğrenç esprilerle dolu hissediyorum kendimi bugün. Yani ne desem kimse gülmeyecek gibi. Ben de kendim gülüyorum sadece, bunu bulamayanlar da var. İnsanın kendini güldürmesi de bir meziyet neticede.
Şimdi konu başlığı anlamından bağımsız durmuyor orada. Elbette demek istediğim şeyi karşıladığı için onu seçtim. Demek ki ne istiyormuşum? Anı yaşamak. Ama ne yapıyormuşum? Hep gelecek planlarına konsantre oluyormuşum. Bunun nesi kötüymüş? Çünkü şu anı kaçırıyormuşum. Di mi? Evet. Gelecek planları yapmak da güzel ve gerekli elbet ama sürekli bir sonraki günü, bir sonraki haftayı hayal ederek mutlu olmaya çalışmak da manasız. Şu an kaçıyor arkadaşım, aha bak yine kaçtı.
Şimdi biz yarın arabayla ilk şehirlerarası yolculuğumuza çıkacağız. Birkaç gündür bunun heyecanı var bünyemde. Kısa bir yol gerçi, ankara'ya gidicez ama yine de uzun süre araba kullanacak olmak, arabada seyahat edecek olmak heyecanlandırıyor beni. Üstelik cumartesiden beri arabayı çalıştırmadık, benzin durumunu bilmiyoruz falan, ne güzel heyecanlar bunlar di mi? Evet, evet.
Netleşen tarihler insanı germesin de ne yapsın arkadaş? Bir bilinmeyene yol almak her zaman daha rahatlatıcı ve gerilimsizken, bir ölme zamanı olduğunu bilmek (deadline yani, anladın mı ey okur?) beni, şahsen bizzat beni pek geriyor. Ama ne yapıyorum? Takılmamaya çalışıyorum. Amaaannn diyorum, içimden.. Allah kahretsin.. içimden..
Hadi, yarın için bana bol şans, üstelik bugün o konuyla ilgili hiç de iyi haberler almamışken..
Esen kal sevgili okur. Her nerde uyuyor ya da uyutuluyorsan..
Bir resim koyabilseydim şu yazıma, en çok istediğim şey buydu oysa. Resim bakayım. Önce basayım, sonra bakayım. Oy.

26 Nisan 2010 Pazartesi

Bir Site

http://elvedaofis.com/
İlk müsait zamanımda inceleyip bir yolunu bulmaya çalışacağım.. Siz de bakın.

22 Nisan 2010 Perşembe

İlan

İş arıyorum. 8 yıl tecrübem var. Geliştirmecilik, testçilik, analistlik her tür işi yaptım. 8 yıl boyunca 4 farklı şirkette çalıştım. Her tür insanı tanıdım. Her tür tahammülsüzlüğü yaşadım, ya da yaşadığımı zannediyorum. Az çok olgunlaştım, az çok uzmanlaştım. Ama iş ortamını, sabah erken kalkmayı, sürekli bilgisayar başında olmayı asla sevemedim. Tek güzel yanı hesabıma düzenli yatan para.
Şimdi sıkıldım, burada daha fazla çalışmak istemiyorum. Benzeri bir iş istiyor muyum? Bilmiyorum. Topraklamak istiyorum kendimi. Bir süre ara versem, hayatıma bir finansör bulsam. Böyle yaşamak, yaşamak mıdır diyorum. Cevap veremiyorum. Cevabı ağır gelecek sorular sormamam lazım, biliyorum.

19 Nisan 2010 Pazartesi

macera dolu üsküdar

Bu şehirde bu kaos, bende bu şaşkınlık oldukça bu macera bitmez. Bir kez daha izin alıp pasaportumu alma ve vizeye başvuru yapma umuduyla sabah erkenden kalktım. 8.30'da üsküdarda olmak üzere yarım saat öncesinden arabaya atladım. Fakat mesaisi 9'da başlayan yurdum insanlarının hepsi de benimle aynı anda yollara dökülmüşlerdi. Köprüye giden yolun trafiği bizim apartmanın önünden başlıyordu. Uyanık bir insan olduğum için kestirmeden, ara yollardan gideyim dedim. Cintoş olduğumu sanan ben yüzlerce cintoşla daha beter bir trafiğe sıkıştım kaldım. Ekstra cintoşluk yapıp sağa dönmem gereken yerden dönmeyip, soldan da bir yol vardır elbet - neyime güveniyorsam - diye düşünerek sola döndüm. Uzatmiyim, şöyle söyliyim, kapının önünden başlayan trafiğe aldanmayıp normal insan yolundan gitsem maksimum 30 dakika sürecek yol 60 dakika sürdü. Yolun 40. dakikasında ben tepe natilyüsün önünden geçiyordum. Varın güzergahı siz tahmin edin. Bana kızan vahşi şöförleri, trafikte sümüklerimi çeke çeke ağladıklarımı hiç saymıyorum. Sabah siniri boşalması (bak google bunu da yanlış anlayıp her yazanı bana yönlendirme) diyip geçtim.
9'u geçe emniyetten pasaportumu aldım, fotokopi çektirdim. Sonrasında da ezik ülkemin ezik bireyi olarak vize kuyruğuna girdim. 3. leventin yayayken arabalı olduğumdan bin kat güzel geldiğini düşündüm. Çok param olunca önce bir bemeve, ardından da üçüncü leventten üç katlı bir villa alıp, o dar sokaklarda, bir aşağı, bir yukarı gezmeye, konsolosluk sırasında bekleyen kişilerin -malum sokak dar- ayaklarını ezsem ne olur gerilimini onlara tattırmaya karar verdim. 2 saate yakın süren işlemler neticesinde - tur şirketlerine delice kıl olmak, işlemlerin tek bankodan yürümesine artık alışmış olmak, kaynak yapan salakları dövmek istemek, ispanyolca konuşan görevli bana küfür mü ediyor diye düşünmek de bu işlemlere dahil - mekanı perşembe uğrayıp pasaportları almak üzere terkettik.
Şimdi bir de finansal tablo çıkartayım diyorum, bu vacation (hastayım bu kelimeye) bize kaça patlıyor diye. Ama moral bozulacak, maaşa da daha vakit var, gerek yok diye yapmıyorum. Öte yandan volkanlar patlıyor, hava trafiği felç falan, bu planlar hayal olup suya mı damlayacak diye de endişelenmiyor değilim.
Öğleden sonra home office çalışmak güzeldi. Çalmayan telefonların yerini çalan communicatorler almış olsa da evim evim güzel evim..

12 Nisan 2010 Pazartesi

temdit-i pasaport 2

Bugün bir kez daha gördüm ki devlet dairelerinin hali içler acısı. Özelleştirme bazı noktalarda çok ciddi farklar doğuracak, buna inandım ben. Nitekim, 2008'deki yazımı tekrar bir okudum da, 1,5 yılda hiç mi ilerleme olmaz, hiç birşey mi değişmez?
Neyse, benim asıl paylaşmak istediğim şey pasaport uzatma işlemini nasıl daha verimli hale getirebilirler meselesi. Naçizane önerilerim var, durum tespitleri ve akabinde önerilerle dolacak olan bu yazıyı görecek bir devlet dairesi mensubunu hayal etmekteyim. Haydin hayırlısı. Maddeleyelim efenim furuş misali..
  • Pasaport uzatma veya çıkartmak, her ne ise yapılacak işlem, bunun için internetin İsi dahi kullanılmıyor. Online başvuru diye bir sistem var, evet, ama ne hikmetse bana hiç güven vermiyor. Kaldı ki online da olsa offline da olsa oraya gidip, o kuyruğa girip, o evrakları, o parmakizlerini vermem gerekecek mi gerekmeyecek mi? Gerekecek. Önerim şu; bir kere en basitinden form online doldurulsun ve form doldurma esnasında form üzerindeki bilgilerin doğrulukları kontrol edilsin. Bir kere ben forma TC kimlik no giriyor muyum, giriyorum, bu numara benim herşeyimi ifşa edebiliyor mu? Edebiliyor. O halde ben bu numarayı girince - tüm bilgilerin otomatik dolması bir ütopya olur kabul ediyorum - ama en azından girdiğim diğer bilgilerin doğruluğu kontrol edilsin. Hatalı giriş yaptıysam beni uyarsın. Adresi boş geçemezsin, şuraya eski numaranı yazman gerekiyor falan desin. Sonra ben formu doldurup - hatasız ve muhteşem bir şekilde - gönder tuşuna bastığımda bana hangi ilçeye başvuracaksın canım desin. Ben seçeyim listeden. Seçtiğim ilçeye göre bana sorsun, ne gün gelmek istersin, salı gelmek isterim canım diyeyim, kaçta canım desin, sabah açılır açılmaz geleyim ki ordan da işe giderim diyeyim. Tamam canım desin, numaran bu, bu numarayla salı sekizbuçukta gel. Gelirken nüfus cüzdanı fotokopini, dekontunu, fotolarını unutma diye de hatırlatsın bana. Ben salı gittiğimde de - herşeyim zaten dört dörtlük olacağı için - iki dakikalık bir işlem sonucu elimdekileri alsın, bana bir numara versin, şu gün gel teslim al canım desin. Ben de öpeyim yanacıklarından. Hatta varolan iki vezneden biri internet veznesi olsun ki internet kullanımı arttırılsın, lan biz onbeşbin dakkadır beklerken bu kadın nasıl oldu da iki dakikada neşe ve huşu içerisinde mekanı terketti diye şaşkın bakanları da gaza getirsin. Ne de olsa onlar o gün işlerini tamamlayamayacak, ertesi gün daha daha erken bir saatte yola dökülecekler.
  • Bu internet meselesi çok hayali, güvenmiyoruz biz, internette hackleme olur, cart curt olur diyip varolan sistemi düzelt sen derse bana sevgili okuyucum (devlet dairesi mensubu kişidir bu) tamam derim, ona da önerim var elbet. Ben ütopyaları sevdiğim için zor olandan başladım anlatmaya. Şimdi bunun için öncelikle yeni bir maddede varolan durumu - bugün yaşadıklarımı - dökeyim yazıya.
  • Sabah 6'da kalkıp ilçe emniyete gittik. 7'ye on kala gibi kapının önünde duran polise napcaz dediğimizde pastanede bir abi olduğunu ve bir listeye adlarımızı yazacağını söyledi. O listeye göre bizi içeri alacaklarmış. Eyvallah ciğerim diyip pastaneye gittik. Abi bizi listeye yazdı, takribi 15 kişi vardı bizden önce. Oh dedik, iyi ki erken geldik. Ve 10 dakika içerisinde listeye 40 numara yazılıyordu. Oturduk poğaça ve moğaça yedik. Bir baktık abi yok. Hesabı ödeyip mekanı terkettik. Abi ve saz arkadaşları girişe yakın bir direğin orda toplaşmışlardı. 7 buçuk gibi sıra olun demiş nöbetçi. 7 buçuk gibi adlarımızı okudu abi, sıra olduk, tek sıra, askeri düzen, bu sırada bizi içeri alacakları için sıra önemliydi. Kaynak yapmaya çalışan çok oldu elbet. Hele son gelip en arkaya konuşlanan, isim bile yazdıracağından bihaber leylaları hiç saymıyorum. 8.30 gibi yaklaşık 100 kişilik kuyruk tek sıra halinde içeri girdik. Önce bir cihazdan geçtik, sonra TC numaramızla girişimizi yaptılar. Sonra koşmaya başladık. Neden koşuyorduk? Çünkü önümüzdekiler koşuyordu ve arkamızdakiler de koşarsa bizi geçip sıramızı kapabilirlerdi. Öndeki yaşlı amcayı geçmemeye özen göstererek bir güzel koştuk. Qmatik olmaya çalışan bir aletten sıra aldık. Tam ayrılıyorduk ki parmak izi için ayrı numara alınması gerektiğini öğrendik. Tamamen şans eseri edindiğimiz bu bilgi sayesinde doğru üst kata çıkıp parmak izi sırasına girdik. 5. ve 6. idik. Ama bizden öncekiler yukarı çıkmayı akıl etmedikleri için ilk biz girdik ve parmak izi işini jet hızıyla halletmiş olduk. (sevinç nidaları) Bu arada benim 2008 yazısında parmak izi verdiğimi sevgili okur zaten farketmiştir, evet tekrar verdim, vermiş miydin daha önce diye sormadılar bile. Sistemde de çıkmadı zaten. Bu sefer sordum ama, bir kere verince bir kere daha verilmiyormuş. Ben yine de fotokopi çektirip orjinalini kendime sakladım. Sonra aşağı indik, aşağıda sıra henüz başlamamıştı. Beklemeye başladık. Bir adet memurcuk vardı. Bir kişinin işini yaklaşık onbeş yirmi dakikada yapıyordu. Ne sürat ama! Biz ilk yirmideydik tabii. Bizden sonra sıra anında 130u bulmuş, sonra da tekrar başa dönmüş. Yani her numaradan iki tane var. 10 diyorlar mesela, iki tane 10 geliyor. Neyse, bu kargaşa çabuk çözüldü de fazla gerilmedik. Bir süre sonra bir başka memurcuk daha gişe açtı. 1,5 saat sonunda işimizi halledip çıktık. Toplamda 3 saat 15 dakika süren bu macera da sona ermişti. Sonucunun hayırlı olacağını - pasaportlarımızın uzatılacağını - umarak oradan ayrıldık.
  • Şimdi gelelim önerilere; orada saatlerce oturup bekliyor insanlar, o bekleme esnasında birisi gezse, milletin formunu kontrol etse, eksik gedik var mı baksa, eksik evrak var mı baksa, sonra da kontrol edilmiştir kaşesi bassa. Eksikleri tamamlamak için insanlar sıralarının gelmesini beklemese. Bir danışma kabini olsa, iş yapan garip memurcuklar hem iş yapıp hem milletin bitmek bilmeyen sorularına cevap vermekle uğraşmasa. İkiden çok gişe çalışsa, arkada gezeleyen şahıslar da bir gişeye konuşlansa. Parmak izi için ayrı numara alınması gerektiği girişte büyük puntolarla yazsa, sabah altıda kuyruğa giren kişiler için hayat daha güzel olsa. Parmak izi sırası parmak izi odasının girişinden verilse, ekrandan yapılacak işlem seçme zeka seviyesinde olmamız bizden beklenmese. Danışma olamıyorsa, tüm soruların cevaplarını içeren, adım adım pasaport çıkartma, adım adım pasaport uzatma kitapçıkları olsa, girişte tc numaramız ile kaydımızı alan amca elimize birer tane bunlardan tutuştursa.
  • Neticede yurtdışına çıkmak istemek demek eziyetlere açık olmak, parayla rezil olmak - iki yıl uzatma bedeli 304 TL, ne için??? - ezik olduğunu kabul etmek demek.
  • Pasaport kuyruklarının uzama nedeninin çipli pasaporta geçiş ve şengen vizelerinin on yıldan eski pasaportlara verilmemesi olduğuna dair duyumlarım var. Yine de algılayamıyor, algılayamıyorum. İki yıl bu eziyete katlanmayacağım için bu saat itibariyle buna katlanması gerekenlere boş başarılı şanslar diliyorum.
  • Ve bitiriyorum. Ya sabır..

çok yakında..

Bir pasaport uzatma macerası daha.. Çok yakında bu sayfada..

8 Nisan 2010 Perşembe

blog tavsiyesi

http://kurabiyole.blogspot.com/
girip bir bakın, ben pek beğendim şahsen :)

7 Nisan 2010 Çarşamba

BMW

Büyüyünce bir BMW'm olsun istiyorum. Bastı mı giden, dış görünüşüyle görenleri bir kez daha kendine bakmak zorunda bırakan. Renault, chevrolet, skoda, fiat ve benzeri markalardaki arabalara yol verdiren, elimi selektöre götürmeme bile gerek kalmadan. Kenevir kokulu ellerimle bunu buraya yazıyorum ki birgün bu isteğim gerçekleşirse aa ne istemişim yıllar önce, bak görüyor musun gerçekleşti diyebileyim.

Neyse, bu yazının sebebi dünkü şehirlerarası yolculuğumda sıklıkla benim önüme geçmek isteyen arabaların hepsinin BMW olmasıdır. Arabayı ense kökümde duyduğum an sağ sinyal verip hemen şerit değiştirdim. Ha, bu arada dün istanbul trafiğinde size dil çıkaran biri olduysa o da benimdir. Bayağı bir şöföre önce küfrettim, ardından küfrümü duymadıklarına üzülerek dil çıkardım. Sonra kendime güldüm. Bir gün kenara  çekip evire çevire dövecekler beni.

Haftaiçi gündüz vakitlerinde evde olmak güzel bir duygu di mi? Değilim evde ama dün annem bendeydi, sabah o bizdeyken telefonda konuştuk, bir sürü şeyler yapmış evde. Benim ömür billah elimi sürmeye vakit bulamayacağım yerlere dokunmuş. İnsanın annesi olması ne güzel şey di mi? Dün aylar sonra ilk defa eve girdiğimde ocakta pişen yemeğin kokusu etrafı sarmıştı. Annem önünde önlük, telaşla beni sofraya oturttu. Sonra ayarlayamadığım kadınlara inat bir güzel parlattık evi anacağımlan. Küçük dev kadın pıtırcık işte! Anneme blogumu söyleyesim geldi bir an, sonra ona söylersem tüm ev halkı duyar dedim, vazgeçtim. Zaten annemin girip de okuması bile bir mesele. Hem bu bloğu hepi topu kaç kişi biliyor ki? Ben heralde kendime yazıyorum bunları, unutmayayım diye.. Ama aklımda bir iki kişi daha var bloğumu paylaşmayı düşündüğüm.

Haydi hayırlısı.

6 Nisan 2010 Salı

İŞ İLANI

3+1 evime, onbeş günde bir düzenli olarak gelecek, cam silecek, yer silecek, süpürecek, balkon yıkayacak, kapı silecek, tuvalet banyo temizleyecek, belki birkaç gömlek ütüleyecek temizlikçi arıyorum. Kadın ya da erkek farketmez. İletişimi yüksek, prezentabl olması tercih sebebi. Yol, yemek ve her gelişi için helalinden bir 70 lira verilecektir. Sözünün eri, düzenli, titiz kimselere duyurulur.

Temizlik yine yalan oldu..

Twitterımı doğru dürüst kullanmadığım için burdan anons etmek istedim. Bir kadın bulma çabalarının daha sonuna geldik. Kocası "sen bulamazsın oraları, kaybolursun, seninle uğraşamam" dediği için yarın gelmeye söz veren kadın ve bir akrabası gelmekten vazgeçmişler. Bir aydır ayarlamaya çalışıyordum, son dakikada koca devreye giriyor, bunu da anlamak güç. Ama erkek egemenliği her yerde. Bunu bir kez daha gördüm..

Bu durumda ilanımı yenilemek zorundayım..

5 Nisan 2010 Pazartesi

Akvaryum izlenimleri

Haftasonu gayet telaşsız ve koşturmasız geçsin diye hayaller kurarken Cuma günü, Cumartesi sabahı herşey bambaşka oldu, üç günlük bir cumartesi geçirdim netekim. Bu karardan epeydir gitmeyi düşünüp gidemediğimiz Akvaryum da nasibini aldı. Bu yazının sebebi de bu akvaryum gezisidir.
  • Halkımızın fotoğraf çekme düşkünlüğünü hatırladım bu gezide. Kimse anı yaşamıyordu, herkes o anı belgeleme peşindeydi sanki. Bir balığı gözüme kestirip onu takip etmek isteyen ben, yanımda yöremde cama parmaklarını dayayıp balığın tekini işaret ederek poz veren insanlar tarafından sıkıştırılmıştım.
  • Fotoğraf meselesine çok bir asabiyet yapınca elimdeki tek poz balık adam ayaklı heykelimsisine kafamı sokup çektirdiğim fotoğraf oldu. Cep telefonuyla. Artık faceboğuma onu koyarım napayım.
  • Bir acayiplik sonucu akvaryumun girişini bulamayınca mekana çalışanların kullandığı arka kapıdan girdik. Bu vesileyle sahne arkasını da görmüş olduk. Onlarca dalgıç kıyafeti, kum, büyük fanuslar, pis bir koku.
  • Kazıkçı bir yer olduğu şüphesiz. 25 TL giriş, üstelik girerken bir fotoğraf çekiyorlar, oyuncak bir köpekbalığına bakıyorsun şaşkın bir ifadeyle. Çıkışta alabilirsin fotoğrafını diyorlar. Vay be kıyağa bak diye gidiyorsun çıkışa, fotoşopla arkayı değiştirip vahşi bir ortama çevirdikleri fotoğrafı 20 kağıda satmaya çalışıyorlar. Fiyatını öğrenince almıycaz ama bakalım dedik, baktık, bir şeye de benzemiyor.
  • Tünel diye birşey var. Sol tarafında yürüyen yol, sağ tarafı normal yol, bir metre genişliğinde bir yer. Sol, sağ ve üst kısım akvaryum. Sanki denizin dibindesin gibi. Etrafından balıklar, vatozlar, köpekbalıkları geçiyor. Kimse konuşmasa ya da yalnız olsam belki huzurlu dakikalara sebep olacak kadar güzel bir ortam. Ama o kadar kalabalık ve gürültülü ki bir ara klostrofobikliğim bile peydah oldu.
  • Birinci güzellik bence kum rengi balıklar. Dibi kum bir su var, bakıyorsun sırf kum. İyice bakınca kuma gizlenmiş, kum rengindeki balıkları görüyorsun. İki tane fıldır fıldır gözleri var tepelerinde. Preslenmiş gibiler. Bunları akdeniz kıyılarında görmüştüm daha önce, takip edip kovalamışlığım bile var. Buna dil balığı diyorlar sanırım. Benim taktığım isim ise kumluca idi. Benim için onlar kumluca hala.
  • Bu gezi bana insanlar neden balıkların ismini öğrenmek ister sorusunu sordurttu bol bol. Öte yandan ne balığı bu demekten de geri duramadım refleksif olarak. Oysa balık hepsi, güzel mi değil mi, bir olayı var mı yok mu, adı ayı balığıymış, aslan balığıymış (zaten isimler de çok yaratıcı) ne önemi var? Bak, gözünü doyur, yoluna devam et. Balık senin adını biliyor mu sanki?
  • Dalgıçların baloncuk şovu, daha doğrusu dalgıcın diyim çünkü tek dalgıç vardı, güzeldi. Ağzından halkalar çıkardı, onları içiçe geçirdi, sonra koca kafasını onlardan birinin içinden geçirdi falan. Amuda kalkanlar da vardı, e yerçekimsiz ortam, bünyeler rahat durmuyor tabii..
  • Tek bir denizyıldızı görebildim, onunla da tokalaşamadım. Oysa ben çok severim denizyıldızıyla tokalaşmayı, gördüm mü dayanamam, o derece.
  • Sonra bay yengeç vardı, sünger bob ise yoktu.
  • Milyon tane memo vardı, yemek vakitleriydi ve hepsi tek yürek olmuş aynı noktada debeleniyorlardı. Çok güzel memolar. I love u memo!
  • Bir tane bile kaplumbağa yoktu, varsa da ben göremedim. Kaplumsuz akvaryum mu olurmuş. Ha bir de, denizatı yazan yerdekiler deniz atı değildi tabii ki. Deniz atları nerde dedik, hamileler, ayrı yere götürüldüler dedi bir görevli. Doğuracaklar bu yakınlarda, doğumdan sonra tebriğe gideriz artık bir yirmibeş kağıt daha bastırıp.

1 Nisan 2010 Perşembe

Tıkılı kalmak

Öğlen arasında vermiş bir sivri içeriye koyun kokusunu, oksijen zannetmiş, temiz hava zannetmiş bunu üstelik. 4 koldan açmış koyun kokusunu. Burası bir otlakmış da koyunlar meeleye meeleye geçmiş, geçerken de pırt pırt dökmüş tanelerini gibi kokuyor şimdi burası. Belki bir ahır daha güzel kokuyordur. Çok ahır koklamadım ama en az bu kadar kötü koktuğu kesin.
Şimdi burası nasıl bir işyeri biri bana anlatsın?
Hangi işyerinde havalandırmadan koyun kokusu gelir ve bir sivri de cam açıp oksijen almak varken havalandırmanın düğmesine basar? Üstelik kokuyu duymadığı için olsa gerek çok matah bir iş yaptığını iddia ederek benimle kavgaya tutuşur. Bu insanları anlama kapasitem sanırım doldu artık. Ne haliniz varsa görün ulan demek istiyorum. Gerzekler diye bağırmak istiyorum sonra. Canınız cehenneme! Çek içine koyunu, çek içine leş kokusunu, otur öyle kal. Beni de zehirle, ben zaten burada olmakla her türlü şeye dayanacağımın altına imza atmışım adeta. Karanlıkta da çalışırım, koyun kokusuyla da çalışırım, tozla da çalışırım, oksijensiz de çalışırım. N'olacak ki? Bana bunun için para vermiyor musun zaten?

İyice tükenmeye başladım. Buradaki zamanım doluyor kesin. Ama gel gör ki bir çabam dahi yok. Başka bir mekan, başka insanlar. Hiç çekici gelmiyor. Sanki satıyorum ruhumu her yeni işte. Bir kez daha satıyorum. Şanslıysam daha çok paraya satıyorum, şanssızsam aynı paraya. 8-5 veya 9-6 saatleri arasındaki tüm anlarım benden satın alınmış gibi. Olmak istediğim yer, yapmak istediğim şey bu değil. Ne olduğunu da bilmiyorum. Şu an mesela, ışığını, kokusunu, oksijenini kendimin ayarlayabileceği, benden başkasının bulunmadığı ayrı bir odam olsa bu aptal ofiste, bir miktar motive olabilirim. Ve telefon hiç çalmasa misal.

İmza: Sinir bozucu bir öğlen geçiren yazı işleri müdüresi

Kuşburnu hanımın gündüz düşleri

  • Uykumu aldığıma ikna olduğum saatte kalkıp işe gideyim, servis beni her daim hazır ve nazır bekliyor olsun, bundan hiç gocunmasın.
  • Arabamla birlikte bir de şöförüm olsun, beni istediğim yere götürüp bıraksın, benim aramama gerek kalmadan çıkacağım saati öngörerek öyle bir gelsin ki, çıktığımda kapının önünde olsun, beni gerisin geri gideceğim yere götürsün.
  • Ofiste çalışmaktan baydığım anlarda bir eğlence grubu çağırabileyim, gelip beni eğlendirsin, motive etsin, icabında elimden tutup ofisten çıkartsın, bir lunaparka ya da famecity tarz ıbir yere götürsün. O kadar çok eğleneyim ki deli gibi motive olup işe dönüp çalışmaya can atayım.
  • Sporu düşünsel olarak yapabileyim. Düşündüğüm hareketler işe yarasın ve hangi kasımı düşünüyorsam o kasım güçlensin. Sanırım sürekli karın kasımı düşünürüm.
  • Bir an göz gezdirdiğim bir sayfayı - eğer ezberlemek istiyorsam - ikinci göz gezdirdiğimde ezberlemiş olayım. Üçüncü göz gezdirdiğimde ise sular seller gibi sayfaya hakim olayım.
  • Bir yurtdışı seyahatine çıkmak istediğimde bunun için hiç çaba sarfetmiyim, sıra beklemiyim, defalarca gitgel yapmayayım.
  • Etrafımda sakız çiğneyen insanlar daha ilk ses çıkardıklarında rahatsız olduğumu anlayıp sakızlarını çöpe atsınlar. Bir daha da benim civarımda sakız çiğnemeye yeltenmesinler.