28 Aralık 2009 Pazartesi
2010 bunları oku ve beni ara
1 diyoruz o halde; en baba arzum şudur ki yeniyılda on kilocuk vereyim, irademe mukayyet olayım. bunu yapabilirim, nitekim 5 yıl önce yaptım, yine olsa yine yaparım. yeter ki azıcık istek fışkırsın içimden.
2. bir arabamız olsun artık, kazasız belasız oraya buraya sürtebilelim. metrobüs maceralarım son bulsun böylece.
3. şu oyunda bir yol katedeyim, delirebileyim, salıvereyim kendimi tutmayayım.
4. işsel anlamda olumlu ya da olumsuz en azından bir değişiklik olsun. kovulur evde mi otururum, süper maaşlı başka bir işe mi geçerim bilmiyorum. birşeyler olsun.
5. davul için düzenli bir çalışma ritmi oturtabileyim, daha çabuk öğrenebileyim.
6. super marioda kendimi aşayım, atlamadığım level kalmasın, yapamadımlar değil yapıyorum yapıyoru yaptımlar yankılansın salonumuzda.
7. kocamı daha çok göreyim, daha çok göreyim.
8. stres, sinir, hurafeler benden uzak dursun, larc, laylaylom, trilaylayli bir insan olayım.
9. babaannem iyileşsin, toparlansın. ailede kimse üzülmesin.
10. hepsi gerçekleşsin, happily ever after olsun..
24 Aralık 2009 Perşembe
kadir, bu yazıyı oku ve beni ara
15 Aralık 2009 Salı
sokak gözlemleri
11 Aralık 2009 Cuma
item item
- yağmursuz günlerde servis beklerken sabahları, üstümden kalabalık bir grup kuş sürüsü geçiyor. önce en kalabalık grup geçiyor, akabinde daha az kalabalık grup. ben vay be, hayat ne güzel, doğa işte falan demektense kollarımla başımı kapatmayı ve bu şekilde kafama gelmesi muhtemel dışkılardan korunmayı tercih ediyorum. bunun bir meali olmalı.
- yılbaşı neşesinin mantığı nedir, yoksa bu bir kurmaca mıdır bilmiyorum. ama böyle renk renk süsler, çam ağaçları falan, bilemiyorum cidden, kararsızım. çok kapılmamakla birlikte süsleyenlere yardım edesim de oluyor, kimse beğenmese de yardımımı.
- her sabah yürüyüş yapan yaşlı amcalar grubu vardı, hatta yanlarında hep bir de köpek oluyordu. ben servis beklerken yanımdan geçiyorlardı, bir yazımda konu etmiştim. yağmurda pes ederler, yürümezler sanmıştınız di mi? sadece köpek pes etmiş, amcamlar ellerinde şemsiye hızlı adımlar ve neşeli yüzlerle sabah yürüyüşlerini yapıyorlardı. bu sabah, gözlerimle gördüm.
- kendimi kilit altında gibi hissediyorum zaman beni kısıtlayınca. diyelim ki gazete keyfi yapcam, ama bir süre sonra da bir yerde olmam lazım. ve o saatte o yerde olmak için öncesinde halletmem gereken işler var. işte böyle olunca gazete keyfim strese dönüşüyor. zamanın zsini bile düşünmeden yaşayabileceğim bir hayat için ne yapmam gerekiyor acaba?
- bazen yaptığımı delicesine değersizleştirme ve manasızlaştırma eğilimim oluyor. belli dönemlerde bunu yapıyorum ve işte böyle zamanlarda insanlığa olan öfkem başlıyor..
- şu beni geren konuşmayı bugün yapsam diyorum, hazır kotumu da giymişim, ne olacaksa olsun modundayım.
- kendi şirketim bana milim indirim yaptığı için iş yaptığım eski şirketlerden araba indirimi dilenir oldum. nitekim daha fazla indirim yaptılar. utan ey şirketim!
- sezen aksu aşerdim, grooveshark sen çok yaşa, iyi ki varsın, add all dedim ve sabahtan beri sezen dinliyorum. iyi geldi..
- cuma öğleden sonrası başladı. yağmur ve cuma. trafik için başka birşeye ihtiyaç var mı?
3 Aralık 2009 Perşembe
hamile miyim?
26 Kasım 2009 Perşembe
iyi bayramlar!
25 Kasım 2009 Çarşamba
öfkeli şirin
Ama artık ben istiyorum ki, bu iş için ayrı bir dünyam olsun. Öfkelendim diyelim ki, öfkelendiğim kişi veya olay hakkında ağzıma geleni esirgemeden sövüp sayayım, karşımdaki de tüm sükunetiyle beni dinlesin, dediklerimi not etsin, algılasın, bundan sonraki hayatını dediklerimi kaale alarak sürdürsün -çünkü ben çok faydalı şeyler söylediğimden eminim- bana hiçbir tepki vermediği gibi üzerinden biraz vakit geçtikten sonra beni bulsun, bana müteşekkir olduğunu söylesin, sen olmasan yapamazdım desin. Müteşekkirim demezse ben onu dövdürteyim, dövdürttüğüm için müteşekkir olsun. Ama tüm bunlar hayal dünyasında gerçekleşsin, başka bir dünyada yani. O insanlar buluşabildiğim bir dünya olmalı, tek başıma öyle bir dünyada neylerim ben?
Böyle işte, birileri bu işe bir çözüm bulsun, yoksa ben içime ata ata ne hale düştüm, tuta tuta çatlayacağım be adam. Böyle de final olmaz olsun, öfkemle kalkıp zararla bu yazıyı bitiririm.
23 Kasım 2009 Pazartesi
hedefe kitlenip yaşamak yaşamak mıdır?
bu anı pek düşünmüyorum. bu benim her daim problemimdi, nasıl çözeceğimi de bilmiyorum. ama bu şekilde yaşamak çok zor ve sıkıcı. sürekli geleceği düşünmek - ki bir an sonrasını garantisi yok - ne aptalca bir yaşama mevhumu..
sanırım problem zamanla alakalı. zaman diye bir şey olmasa, hiç böyle tasalarım olmayacak. yetişecek bir yer, doldurulacak bir mesai olmasa mesela. gönlümden geçtiği gibi yaşabilsem. zamanın değersiz olduğu, saate bakma gereksinimi duymadığım bir hayat sürebilmek isterdim. fena halde hem de..
küçükken bakkala inip bir adet tadelle alarak geçirebildiğim ruhsal sıkıntım büyüdükçe tatminsiz bir hal aldı..
zihnim bunu inkar etse de bedenim ve beynim edemiyor.
wii wii wii wii
11 Kasım 2009 Çarşamba
rearviewmirror
dün bir oyuna gittik, bizim gibi arıza insanların varlığını öğrenmek, onları izlemek süper keyifliydi. bir sürü imge, duygu, anı canlandı gözümün önünde. ve ben de 50 yaşımı geçtikten sonra hala böyle şeyler yapabiliyor olmak isterim.
yazamıyorum, zira sol kolum çok ağrıdı, oysa neler neler vardı aklımda yazarım dediğim (abart da okur merak etsin,uyanık seni..)
kısmet başka yazıya. elveda..
4 Kasım 2009 Çarşamba
huysuz ve tatsız kadın
Öfkeyle kalkan zararla oturur mottosu başta olmak üzere yeryüzündeki bütün özlü sözlere, deyimlere, atasözlerine, laf ebelerine kıl olmaktayım. Beni yatıştırmaya çalışan herkese kulağımı tıkamak, mümkün mertebe kimseye bulaşmamak istiyorum. Nitekim, bu ruh halinde yapmayacağım aşağılıklık yoktur. Kötü bir insanım artık, içim fesat. Yani son iki gündür işte, kötüyüm ben kötüyüm kötüyüm kötüyüm, ishal yapar kustururum, küstürürüm.
Abudik ve de gubidik iş teklifleri alıyorum. Nedendir bilinmez hepsi Gebze'de. Sanırım Gebze bir batak ben de bu bataktan kurtulamayacağım. Hiçbir teklif cazip gelmiyor, hiçbiri heyecanlandırmıyor beni. Eskiden biri iş teklifi için aradığında kalbim güm güm ederdi, şimdi dalga geçiyorum telefonda. Yaştan dolayı da olabilir, umursamazlık ruh halimden de olabilir. İş meselesinde heyecanımı kaybetmiş olmamdan kaynaklı da olabilir. Yaptığım işin güzel bir yanı yok ki bir başkası daha cazip gelsin. Ha, 2-3 katı maaş versinler, giderim. En azından iş dışı zamanımdan nispeten fazla keyif alırım. Ama herşey para da değil. Yok ya, herşey para galiba.
Neyse, budur ruh halim. Don't touch me. Ben can touch this diyene kadar.
30 Ekim 2009 Cuma
ezikus homilus
26 Ekim 2009 Pazartesi
tavukla güreş
don't let me down
21 Ekim 2009 Çarşamba
eve dönüş depresyonu
19 Ekim 2009 Pazartesi
iki kaş bi nefes
17 Ekim 2009 Cumartesi
izzlenimler
16 Ekim 2009 Cuma
onun arabası var güzel mi güzel
- daha küçücükken özellikle erkek çocukların eline hemen araba verilir. hatta bir değil, birkaç araba. çocuk bunları alır, önce koridorda yürütür, sonra yanyana yürütür ama en sonunda sıkılır ve ikisini burun buruna çarpıştırmaya başlar. o yaştaki veletin bile aklı almaz bu arabaların yanyana gitmesi gerektiğini. kardeşlik, barış vs.
- araba kullanmayı öğrenirken bir takım püf noktalar öğretilir bize. önündeki yavaş gidiyorsa geç onu, selektör yak, kornaya bas, küfret, kendini ezdirme, üstüne sürenden korkma, o senden korksun. en hızlı hep biz olmalıymışızcasına eğitiliriz. sonra birer küçük canavar olarak çıkarız yola.
- hız yapmak, kırmızıda geçmek, kuralları çiğnemek cesaret belirtisi olur her zaman. bir kadını sıkıştırdığı ve kornalı, selektörlü tepki aldığı için çok eğlenen, zevkten dört köşe olan pek çok erkek mevcut güzide şehrimin güzel sokaklarında.
- yavaş giden insanlardan nefret etmek de var. yavaş gidiyorsan - yavaş dediğim diyelim ki 90 olsun - bil ki arkandakiler senden nefret ediyor. sen kurallara uyan ödlek bir kedisin. küçümser bakışlarla sana bakıp bakıp geçerler.
araba kullanırken bu saydığım tipolojideki insanlar arasında gidip geliyorum. yani yeri geliyor ben de yavaş giden birine kızıyorum, yeri geliyor bana kızıyorlar, bol bol küfür yiyorum. ama şerit değiştirir gibi bu hal ve davranışlarım da zırt pırt değişebiliyor. zira, yol uzun ömür kısa..
13 Ekim 2009 Salı
ıssız ada(m) keki
8 Ekim 2009 Perşembe
item by item
- sabah rutini diye birşey var. eminim herkesin de vardır. özellikle düzenli bir işte çalışan insanlar için konuşuyorum. benim mesela sabahları servise giderken yaşadığım bir ton aynı şey var. ben merdivenlerden inerken kapıcı dairelerin kapılarında asılı poşetlerden paraları alıyor ki gidip gazete, süt, ekmek,vs alabilsin. sonra ben ona günaydın diyorum, o da bana diyor. apartmandan çıkıyorum. yürürken evin hemen dibindeki dört yol ağzında sarı bir servis arabası üstüme doğru geliyor ve sonra sağıma dönüyor. onu geçince ileride bana doğru yürümekte olan kırmızı ceketli ve her daim kapri eşofman altı giyen 40lı yaşlarında bir kadın görüyorum. en yağmurlu günde bile o kapri çıkmadı altından, şaşıyorum. hatta terlik de giyiyor. son 2 haftadır spor ayakkabıya terfi etti gerçi ama kapri hala kapri. bence spor yapmıyor, bir yere yetişmeye çalışıyor. ve nedense bana çocuk bakmak üzere bir eve gidiyor gibi geliyor. sonra servisin çıkacağı yoldan gri station wagon (böyle mi yazılıyordu bu) bir araba çıkıyor. o çıkınca anlıyorum ki servisi kaçırmamışım. ve tabii tüm diğer olaylar olunca da çıkarımım bu yönde oluyor.
- son iki gündür altı adet amca da bu rutine dahil oldular. ve bir güzel koca köpek. bu altı amca, hatta bir kısmı dede, yürüyüş yapıyorlar, sarı servisin hemen arkasından karşıma çıkıyorlar. en önde köpek, hızlı adımlarla bana geliyor, bir bakış atıyor ve yanımdan geçip gidiyorlar. amcalarda görülmemiş bir sabah neşesi. spor yapmanın salgılattığı endorfin kaynaklı olduğunu düşünüyorum. amcalar altı kişi halay ekibi gibi yürümüyorlar. nispeten genç olan üçü önde, bastonlu ve yaşlı olan diğer üçü de arkadan yürüyorlar.
- doğumgünü hediyem olan (doğumgününün bile altını kızarttı bu chrome, of, ayırmıycam chrome, git başımdan) demlik, fincan, sütlük kuşlu ekibini aktif kullanmaya başladığım son bir buçuk haftadır sabah kahvaltılarım daha keyifli geçiyor. bazen ada çayı, bazen bir adet demlik poşetle normal çay demliyorum. normal çayı iki bardak içebiliyorum ama ada çayı yaptıysam ve demliği ağzına kadar doldurduysam bir bardağını paylaşıyorum, zira ikinci bardak fena halde acı oluyor. insanın tüm ağız zevkinin içine ediyor.
- çalışmalara başlamadan önce toplu oyunlar oynuyoruz. son iki çalışmadır da toplu oyunumuz futbol. minik ve yumuşak bir topun peşinden koşturan 30'lu yaşlarında, çoğu kadın bir grup olduk. 3erli iki grup oluyoruz, biri kalede duruyor, tek kale maç yapıyoruz. futbol gerçekten zevkliymiş, insan hırslandı mı kimse onu tutamıyor. kan ter içinde kalıp, soluğumuz kesilmiyor mu? kesiliyor. hatta dün itibariyle futbol hayatım sona ermiş bile olabilir, zira sol bacağıma yediğim bir topuk darbesiyle sakatlandım. morluk ve şişlik var, basarken de acıyor. ama umarım hemen geçer de sahalara geri dönerim. özellikle erkeklerin top hakimiyetleri acayip, gerçi top yumuşak ve küçük olduğundan onlar da pek rahat oynayamıyorlar.
- eve geç gelince bir şey yapacak pek vakit olmuyor, o yüzden salı ve perşembelerim çok kıymetli. cumartesi de misafir gelecek, perşembeden alışveriş yapmakta fayda var, bakalım, akşam belki bir karfur falan yaparız.
- unutmadan yazayım, resim malum arkadaşımızın önerisi üzerine http://www.dutchuncle.co.uk/illustrators/du sitesinden elde edilmiştir. yani siteyi o önerdi yanlış olmasın, yoksa resmi ben kendi zevkimle buldum. çok da zevkliyimdir yani..
- bugün perşembe, olası patlama günü. çarşamba yapılan geçişin ardından perşembe ofis günleri hep tedirgin olur, gerçi alıştık artık.
- ekim bitse de şu dilli kirazlı gossip girl yaprağından kurtulsam. kasım'da ne var acaba? bakmadım, heyecanı kaçmasın diye. big bang theory yoktu heralde bu takvim basıldığında, seneye artık kısmet..
- artık mesaime başlasam iyi olacak, yıl bitti, hedefler kaldı.
- fotoğrafın anlamı; bu bünye o adacığa doğru güzel bir gece yürüyüşü yapmak istemekte. her neredeyse..
kısa bir not
6 Ekim 2009 Salı
nasıl?
hevesim sürekli kursağımda kalıyor.
hani elimde çok muhteşem resimler var ve yapamıyorum diye birşey de yok. ama imkan olsa ben anında resim yaratırım gibime geliyor.
öylesine paylaşayım istedim.. derdime derman olabileceklere selamlarımı iletirim..
2 Ekim 2009 Cuma
boş yere ağlama kendini bağlama ankara kızlarınaa..
Bu hafta hızlı geçti zira iki gün şekerpınarında değil güneşli bir yerlerdeydim.. pek güneş olmuyor gerçi o ahırda da.. bura akvaryumsa orası da ahır..
not: başlık şarkısı kocamın ankara seyahatimiz boyunca sürekli dilindeydi. nedendir bilmiyorum, ama şarkının müziği benim de hoşuma gittiğinden dilime takıldı.. her gelen ağladı, kalbini bağladı, ankara kızlarına diye devam ediyor.
yanağımdaki ve gıdığımdaki sivilceler neyin habercisi onu merak etmekteyim.. hadin hayırlısı..
28 Eylül 2009 Pazartesi
there is no such think as a simple miracle
bayram ziyareti esnasında ankara'da muhabbet ederken ilker'in teyzesi dedi ki; "sizin yaşınızdayken bizim işyerinde çalışan 50 yaşlarındaki kadınlara bakar, vay be nasıl çalışmış bunca sene derdik. şimdi 30 yıl çalışıp emekli olduk. zaman nasıl geçti belli değil. zaman geçmez, ben yaşlanmam diye düşünmeyin." çok farklı düşünmediğim için vay anasını ne güzel konuşuyor demedim ama hatırlatma açısından iyi oldu tabii. yaşlanmak için mi yaşıyoruz peki? tamam diyelim ki ben 23 yıl doğuşta çalıştım, sonra emekli oldum, eee? madalya mı takacaklar bana? ya da burdan ayrıldım, başka yerde çalıştım. nedir yani? bence iş olmasa hayat anlamsız olur. her ne kadar her sabahın köründe kalkıp, ne giycem bugün dertlerine gark olup işe geliyor olsam da, evde pijamalarımla kalıp da napıcam? ev tabii ki de çok çekici ama yapacak birşeyi olmayan insanın yapabileceği tek şey kafayı yemek olacaktır. ya da kendine yeni uğraşlar bulacak.
dün awakenings diye bir film izledik. oldukça eski bir film olmasına rağmen yıllardır neden izlemedik bilmiyorum. izlemeyenler kesinlikle izlemeli bence. hem robert de niro'nun oyunculuğu muhteşem, hem de konu, kurgu, herşey. zaten gerçek hikayeye dayalı bir filmmiş. bir adamın kitabından uyarlanmış. hayata dair çok vurucu noktaları var. bu sulugöz kocamla aynı noktalarda gözlerimiz dolmuyor mu, hasta oluyorum. tam ağlakken ona bakıyorum, onun da gözler su baloncuğu olmuş hemen..
araba meselesi uzadıkça uzuyor ve her karar anında olduğu gibi yine ziyadesiyle kararsızız. bakalım nolacak? kararsızlık uzadıkça sinirlerimiz de bozuluyor ister istemez..
işyerinde sakız çiğnemek ne zaman yasaklanacak? kimse çağrılarıma, imza kampanyalarıma cevap vermiyor. bir tek ben miyim bunu isteyen?
insanın yakınındaki insanlara kıl olması, onlardan kaçacak delik araması ne sinir birşey. kötü bir iş ortamında çalışmaktan daha büyük ceza olabilir mi? kimseyle anlaşamadığın, kimseyi sevmediğin bir ortamda çalışmak.. iş değiştirme konusundaki en büyük çekincem de bu. yeni ortam, yeni insanlar.. bütünüyle sevimsiz birşey iş değiştirmek.. nefret ediyorum çok çok çok..
bu arada dün filmi izlerken yaptığım tüm tahminler tuttu. film çekim camiasına el mi atsam ne? sökmüşüm ben bu meseleyi. oley!
robert de niro'ya hayran ötesi oldum. hastasıyım adamın.. gençliğinde bir içim suymuş resmen, bir de süper oynamıyor mu! kıskandım çokkk..
malumafatrus gibi madde madde olmasa da daldan dala modeli bir yazı oldu. bir de resim bulabilseydim iyi olacaktı. klasik resim kabızlığım üzerimde, kasamayacağım..
14 Eylül 2009 Pazartesi
bunalım soğuk yenen bir mezedir..
kendimi kötü hissediyorum. eylül depresyonu belki bu, belki pms sendromu, belki anlık bir bunalım, yarım saat sonra geçecek. kim bilir?
hiçbirşey tatmin etmiyor şu anda beni. hiçbir düşüncem iyi gelmiyor bana, düşünmemeye çalışıyorum ben de..
oysa herşey ne kadar da boş. ne gerek varsa, vay bunalım girdim, vay depreştim. boş bir ruh hali. yine de kapılıyorum. hormonlara suçu atayım hemen. evet evet, hormonal olduğu şüphe götürmez bir gerçek.
yazamıyorum, baydım kendimden. okumayın siz de, içinizi kıyarım kıymık kıymık.. ıyk..
11 Eylül 2009 Cuma
hayaletlere inanır mısınız?
4 Eylül 2009 Cuma
amsterdam
Varsay ki amsterdam'a gittim, bu otelde kalıyorum. üstümü giyindim, lobide akşam yemeğini bekliyorum. sonrasında da yürüyüşe çıkacağım. az tanıdığın bir şehirde yürüş yapmaktan daha keyifli birşey olabilir mi? elime harita da almıyorum. acaba dönüşte oteli bulabilecek miyim? derdim, tasam yok. yalnızım. arkadaşım, ayak uydurmam, beklemem gereken kimsem yok. hava hafif karanlık, üstümde inceden bir penye, uzun kollu. yürüyorum. kolkola, elele insanlar geçiyor yanlarımdan. taksiler yavaşlıyor binecek miyim acaba diye bana bakıyor. pas vermiyorum, nereye gittiğimi ve nereye gitmem gerektiğini bilmeden, öylece yürüyorum. arkamda ekmek kırıntısı da bırakmıyorum.
nehire doğru gidiyorum. nehrin iki yanında kafeler var, barlar, coffee shoplar. gözucuyla bakıyorum, masalarda gevşemiş kadınlar ve adamlar var. gözleri kısık, yüzlerinde bir gülümseme. konuşmuyorlar. elleriyle sarıyorlar tütünleri kağıtlara. kaçtan beri orda oturuyorlar acaba? bu hale gelmeleri için en az bir 3-4 saat gerekir heralde.
birine girsem ve şu esrarlı keklerden mi istesem diyorum. çekiniyorum. kafayı bulur, oraya yapışıp kalırım diye kendime güvenemiyorum.
güzel müzik çalan bir bara girmek istiyorum. ama önce biraz yürümem lazım. keşfedilecek çok fazla sokak var bu şehirde. üstelik hava hala az biraz aydınlık...
güzel fotolu yazı
3 Eylül 2009 Perşembe
i need some pictures
ama önce resmi bulmam lazım!
31 Ağustos 2009 Pazartesi
placebo dinleyerek yazdım
neyse, dün CV'mi güncelledim, soyadımı, medeni halimi, adresimi değiştirdim. ne çok şey değişmiş hayatımda. bir anda.. ama yine belli pozisyonları seçtim, oysa hiçbirini istemiyorum. üstelik şimdi ararlarsa napıcam ben diye de strese girdim. şirketi neye göre değerlendircem, pozisyonun nesine bakıcam, kaç para isticem, nolacak.. rahat olmam gerekiyor heralde, sonuçta peşimden kimse koşturmuyor, daha iyi olduğundan emin olmadan bir adım atmam.
bir de dün eskiden aldığım - eski dediğim geçen yıl almışımdır en fazla- bir gömleğimle maceramı anlatmak istiyorum. gömleği deniyim dedim, gömleğin düğmeleri, özellikle de alt düğmeleri kapanmadı, kapanmamak hafif kalır! arada 10 cme yakın boşluk kaldı. hayatımda ilk defa başıma böyle birşey geldi. her zaman üstü zayıf, altı tombul bir insandım ben. üstüm bin yıllardır aynı bedendir. göbeğim yoktu. kalçadan itibaren genişlerdim. ama o da nesi, bir simit bürümüş göbeğimi, düğmelerin kavuşmasına engeller olmuş. küçük çaplı bir sayıklamalı krizin ardından silkindim ve yeni hafta, yeni kararlar ile kendime geldim. rejime başladım. daha önceki rejimimi aynen uygulucam. o zaman 8 kilo vermiş, uzun süre de geri almamıştım. yine yapabilirim. akşamları az yemek, biraz hareket.. kendime güveniyorum..
iyi bir hafta olmasını umarak bye..
28 Ağustos 2009 Cuma
burada bana ayrılan sürenin sonuna geldik bence..
not: fotoyla yazı arasında bir bağlantı kurduysanız mesele yok. kuramadıysanız açıklayayım; hiçbir bağlantı yok, bu amcadan bir foto kullanasım geldi.. hepsi bu..
25 Ağustos 2009 Salı
good morning!
ama ne olursa olsun her sabah uykumun en tatlı yerinde o sımsıcak yataktan kalkmaktan hiç mi hiç hoşlanmıyorum. 9 gibi daha makul bir saatte uyanabilmeyi ne de çok isterdim. hadi 8:30a da razıyım, ama 6.10 çok erken be kardeşim. 12den önce uyumayan bünyeye 6 saat uyku yeter mi hiç? yettiğine rastlamadım. 10da da uyuyamam valla, ne öyle tavuk gibi. yat kalk işe git, ne biçim hayat?
neyse, kahvemi içeyim de uykum açılsın. gerçi benim buna da inancım yok. kahve benim uykumu açmıyor valla.. eskiden ders çalışırken 12de başlardım kahve içmeye, iki koca fincan kahveyi devirdikten yarım saat sonra masaya devrilirdim.. kahvenin uyku açtığı psikolojik, en azından benim bünyemde..
budur diyeceğim sabah sabah.. bu arada iyileştim, bugün salı, incik beni bekler, yiyim de iki gün işe gelmiyim, hafta 3 gün yaşansın ve bitsin saygısızca..
bu yazı vesilesiyle yeni izleyicim fery arkadaşıma selam eder, kalp kalbe karşıymış derim. çünkü geçen hafta ben de onun blogunun izleyicisi olmayı aklımdan geçirmiş ama "nerden çıktın kız" der diye vazgeçmiştim, sırf asosyallikten.. neyse.. ben de sosyalliği öğreneceğim, yavaş yavaş..
20 Ağustos 2009 Perşembe
uçamıyor ama kanatlı.. hayvan..
ağzıma zorla sokulan pattis parçaları, ucundan acık muz, bir koca şeftalinin zorla yedirilmesi.. yemek yemeyi bu kadar seven bir insan olmama rağmen tek parça birşeyi bile ağzıma atmak istemedim. benim açımdan çok şaşırtıcı..
hala da öyle aslında, yemek düşününce midem bulanıyor.
bugünü de atlatsam bir şekilde. neyse kötü olursam koşarak uzaklaşırım..
18 Ağustos 2009 Salı
twitterdayım! neyse bu..
https://twitter.com/karabatakk
17 Ağustos 2009 Pazartesi
yapışık ikiz mi oluyoruz evlenince?
bu durum fena halde asabımı boza dursun, insanlara hesap verme durumunda kaldığım ve onları başımdan defedemediğim için de çok mağdurum. sanane de geç di mi? yok ama, illa muhatap olcam, ne kadar sinir olsam da cevap vericem, mantıklı gerekçelerimi açıklıcam. mantıklı gerekçem yoksa gidemezmişim gibi savuncam kendimi. oysa sizene lan, gerekçem de yok, keyfim öyle istedi, bıraktım gittim. kocam bunu mesele etmiyor, sen ne halt etmeye mesele ediyorsun! yürü git! diyebilmek isterdim..
hayatımı hala tam olarak bir düzene oturtabilmiş değilim. hangi gün çalışmaya gidicem, davulu ne gün çalışcam, ne gün derse gidicem, vs.. bazen şu an bulunduğum yerde bulunmam çok anlamsız geliyor. bu kadar hantal bir iş yapmak zorunda mıyım gerçekten de? daha hareketli bir işim olamaz mı? kaseyi üstüne otura otura günbegün daha da büyütmenin anlamı ne ola ki? alternatifim ne olabilir mesela? nasıl bir yol izleyebilirim? bir sürü soru.. klasik.. yılda onlarca defa yaptığım cevapsız sorgulamalardan biri daha.. hiç şaşırtıcı değil di mi?
bugün 17 ağustos, depremin 10. yılı ama bana depremden önce babamın doğumgününü hatırlatıyor. bir ay sonra da benimkinin olduğunu hatırlatıyor ve içime doğumgünü bunalımının zerrelerini serpiyor. bir insan doğumgününde bu kadar mı depresif olur. ben her defasında bunu başarıyorum.. helal olsun bana helal olsun!
budur..
14 Ağustos 2009 Cuma
tuhafçıktan
kafam karışık anlayacağın. ama bazen burdaki stajyerleri falan görüyorum, çok enerjikler diyorum kendi kendime. her an koşup atlayabileceklermiş gibi bir halleri var. maç var lan yetiş dese mesela biri, anında altından pantalonunu çıkarır, bir şort uydurur, onu geçirir ve koşa koşa merdivenlerden inip maça gider gibi. oysa bana biri buna benzer ama bana cazip gelecek bir teklifte bulunsa, bir dolu düşünürüm, tartarım, gitsem nelerden geri kalacağımı, gitmezsem onun yerine ne yapabileceğimi, kılığım kıyafetim bu olaya uygun mu değil miyi, kim kim gidileceğini, vs, vs bir sürü gereksiz detayı düşünür, teklifi de kaçırırım, o anı da kaçırırım.
o zaman ne diyoruz; insan büyüdükçe - yaşlandıkça demeye dilim varmadı - ihtiyatlı davranıyor. içinden geldiği gibi koyverip o anın tadına varamıyor. neden? tıpkı bebekken herşeyi yapabilmek, büyüdükçe hareket alanımızın kısıtlanması gibi. bebek istediği her türlü sesi çıkarır, en sessiz anda, asla konuşulmayacak bir ortamda, cıyaakkk diye bağırıp ortalığı ayağa kaldırabilir. kimse de ay bu ses nerden çıktı, sus ulen bücürük diye ona kızmaz, olağan karşılar. hatta tebessüm bile ederler. ama büyük biri benzer birşey yapsa terbiyesiz, ahlaksız, yuh artık gibi sıfatlara maruz kalır.
tavuk pirzolaya koşuyorum, bye for now.
31 Temmuz 2009 Cuma
aksiyim bugün..
buraya girdim gireli ben de dedikoducu oldum. herkes de dedikoducu. dedikodu bi dinamizm katıyor sanki buradaki hayata.
ama burası bir akvaryum. bizler de nefes bile alamayan balıklarız. nefes alamayacağımızdan o kadar eminiz ki denemiyoruz bile.
hayatla tek bağlantı kulağımdaki kulaklık. müzik dinlemek iyi geliyor bir tek. onda da hep aynı şarkıları dinlemekten sıkıldım.
yaşlandığımı hissediyorum. tombul ve yaşlı bir kadın olmama ramak kaldı.
bundan çok memnuniyetsizim.
birşey olacak ve herşey başka türlü olacak gibi geliyor ama ben kılımı bile kıpırdatmazken hiçbirşey olmaz ki..
28 Temmuz 2009 Salı
hazzetmiyorum
** sakızı patlata patlata çiğneyen insanlardan.. neden? ses sinirimi bozuyor, kendim de aynı şekilde çiğnememe rağmen başkasının çiğnemesine dayanamıyorum.
** getirilen bira bardağının altından üstüme su damlamasından.. neden? ne suyu olduğu belirsiz olduğundan.
** sürekli oturarak çalışmak zorunda olmaktan.. neden? belim, boynum ağrıyor, bayılıyorum.
** bana ödev verilmesinden.. neden? ödev yapmak için çok yaşlı ve tembel olduğumdan..
** kendine hiçbir zararı olmayan bir durum karşısında sırf uyuzluğuna başkasının menfaatlerini engellemeye çalışan insanlardan.. neden? çünkü onlara bilinen bir zararı yok.
çam ağacının gölgesinde..
görünürde çok kalabalık, sonuçta ise tenha. gene iki üç kişi kalıyor, üstelik bu sefer başında bekledikleri kimse de yok. son bir buse konduruyor örtünün altındaki yanaklara, örtüyü kaldırmadan. gözleri iyice küçülüyor, ıslanıyor, çukurdan çıkıyor.
son kez sesini duymak için, kokusunu saklamak için herşeyi yapmaya razı. elinden gelen birşey yok. iki kardeş sarılıp sarılıp ağlıyorlar. yalan kelimelerle birbirlerini teselli etme çabasında.
etraftakilerin samimi ama kulağa birşey ifade etmeyen sözcükleri bir rüzgara kapılıp, geçip gidiyor. yapayalnız olduğunu bir kez daha hatırlıyor. herşeyin ne kadar boş olduğunu, boş endişelerin nasıl da büyütülüp gereksiz yere hayata dahil edildiğini hatırlıyor. buna nasıl dayanabileceğini soruyor kendine. cevabını bulamıyor.
onu orada tek başına, çam ağacına emanet edip uzaklaşıyor. bir çam kozalağı düşüyor üstüne. ama acıtmıyor..
22 Temmuz 2009 Çarşamba
hayvancılık
onlar bana asla zarar vermezmiş gibi geliyor, yani bizim aramızda farklı bir etkileşim var, ben onların nazarında özelmişim gibi. tuhaf bir hissiyat, ama bence güzel. evdeki maykılla bile bir yakınlığımız var sanki. yanından geçerken selam verdiğimde selamımı alıyormuş gibi geliyor. ve seviniyor gibi geliyor.
ama eve hayvan alma konusunda tedirginim. yani hayvanları bir eve tıkmak mantıklı gelmiyor. onu eve alana kadar sokaktaki sahipsiz hayvanlara ilgi gösteririm daha hayırlı bir iş olur gibi geliyor. haliyle balığın dışına çıkmam heralde. balık da özel durumda, sokakta görüp ilgi gösteremeyeceğime göre, - gerçi su altında gördüğü her balığa el sallayan bir insanım ama su altı imkanı yılda 2 haftadan fazla olamadığından kesmez beni bu - balığı eve kapatmanın bir sakıncası yok. gerçi o fanusun içinde dört döne döne bayıyor bence hayvancık ama off.. neyse.. onu zaten doğasından kopartmışlar bi kere.. di mi? evet evet. doğru diyorsun.
21 Temmuz 2009 Salı
yeni yine yeniden..
azcık açık ton olsun, yazlık olsun, kolsuz olsun istedim.
tell the girls that i'm back in town..
11 Temmuz 2009 Cumartesi
bekar son saatler..
hadi bakalım, bugün için bana bol şans!
8 Temmuz 2009 Çarşamba
benzemek
nasıl ve kimle yetiştirilirsen onun gibi oluyorsun, kaçışın yok. ben buna eminim!
ama sanırım iyi yönlerini de görmek lazım, hem kendinin hem benzediğin kişinin. başka türlü nasıl dayanılır yaşamaya..
7 Temmuz 2009 Salı
bit bit bit bit bit bit bit bit bit
herşey bittikten sonra olmayan hafızamla bir anını bile hatırlamayacağım şu günleri ve şu an hissettiklerimi şuraya yazayım ki unutmayayım. unutmaktan da yoruldum.
bıraksam kendimi, üç gün durmadan ağlarım, buna hiç şüphem yok.
tümden anlamsızlık denizine kapılmadan biri bitirsin şu günleri. ramak kaldı, burama kadar geldi dememe..
hayat! ne zaman anlayabilcem seni! ya da o kadar boşsun ki anlamaya çalışmakla hata ediyorum belki de!
bu yazıyı mutlaka hemen şimdi yazmalıyım!
bugün kendi kendime kararlar verdim. ne istediğime karar verdim. hiçbir zaman hiçbir konuda net ve köşeli bir insan olmadığım için yarın öbür gün bu kararları unutur, bu yazıyı okusam bile fikir değiştirebilirim. ama olsun, yine de bugünkü düşüncelerim benim nazarımda çok çok önemli şeyler.
ne istediğine karar vermek benim için ne demek biliyor musun? ben biliyorum.
ben davul çalmak istiyorum, bunun için debelenmek, saatlerimi boynumun içine etmek pahasına da olsa davul başında geçirmek istiyorum. bunu rahat bir şekilde, zaman ve mekan kısıtım olmadan yapabilmek istiyorum. şu anki evin bana bu koşulları sağlamasından istifade edip eve elektronik davul almak ve gönül rahatlığıyla debelenmek istiyorum. bir de gezmek istiyorum. alıp başımı haftasonu hadin diyip bir yere vınlayabilmek istiyorum. artık özgür olmak istiyorum. yalnız kalmak pahasına da olsa. arkadaşsızlık ve bunalım pahasına da olsa daha özgür olmak istiyorum. kafam rahat olsun, kuruntularla boğulmayayım istiyorum.
sonra düzenli bir spor oyunu oynayabilmek istiyorum. salak salak yürüme bandında takılmak değil de, keyif de alabileceğim, hareket de edebileceğim bir oyun oynayabilmek istiyorum. akşamları. moral depolamak istiyorum. güzel filmler seyretmek istiyorum. yazı yazmak istiyorum. konuşma pratiğinden yoksunluğumu yazı ile telafi edebilmek, yazarak düşünebilmek istiyorum. bunun için uğraşmak, içimden kelimeler akmasa bile kendimi zorlayabilmek istiyorum.
hayatımdaki bu ciddi değişiklik her açıdan ciddi bir değişiklik olsun ve yeniliklerle dolsun istiyorum hayatım. her ne kaybetmek pahasına olursa olsun. nolacaksa olsun, neyle yüzleşmem gerekiyorsa yüzleşeyim, şu sürekli yaşadığım kendini varedememe problemlerim son bulsun.
yenilikler de altın tepsiden sorunsuz ve muhteşem sunulmayacak elbet önüme. biliyorum, farkındayım. ama bir umut işte, bu sefer birşey olur, bu sefer bir varlık göstebilirim ümidi..
inancımı tazelemem gerekiyor. kendime olan daha doğrusu olmayan inancımı yenilemem, yenilenmem gerekiyor.
bunları unutmamam, ara ara bu yazıyı okuyup kendime hatırlatmam gerekiyor. balık ve kansız beynime uzun bir süre daha kan gidemeyeceği için bu blog benim için son derece önemli..
son olarak sloganımız; unutma unutturma!
6 Temmuz 2009 Pazartesi
yaşamak için bir neden ararken ölmek için bulursun..
şimdi tasalandığım gereksiz ayrıntıların hiçbir anlamı ve değeri olmadığını anlamam için kaç saniye geçmesi gerekiyor?
bu şekilde 8-5 çalışmak insana ne katıyor paradan başka?
datça'ya gidince orada kalmanın yollarını aramalı mıyım?
beynimde anlık deşarjlar oluyormuş babamın iddiasına göre, doğru mudur gerçekten de?
kınaya dair hiçbir fikrim olmaması, insanların bana kınada nolacak diye sorması, beni daraltıyorsa bunun suçlusu kimdir? kına nedir? neden yapılır? kınada içilir mi?
şu an itibariyle pazar gecesi yaşayacağım uykuyu düşünüyorsam, pazar gecesine sağ kalacağımın garantisini kafamdan nasıl veriyorum? bu nasıl bir bilimdir?
hayata dair anlamlarımın karıştığı zamanlar bunlar.. pek çok duygunun bir arada yaşandığı karın ağrılı dönemler..
26 Haziran 2009 Cuma
cum'a.. maykıl.. ceksın..
hala şarap içiyorum. bir zamanlar çeşni adıyla kaydettiğim bir winamp listesini çalıyorum. içime bir cuma coşkusu geldi. eskiden cumaları taksime çıkardım, gece çalışmadan sonra bile olsa arkadaşlarımı görmeye, içmeye, dansa.. ilk şarap yudumunda, ya da biranın kokusunu alır almaz içime bir neşe yayılır, suratıma koca bir tebessüm yayılırdı.. sonra müzikti, danstı derken coşkuyu dibine kadar yaşar, zar zor eve dönerdim. sabah da başağrısı haliylen. şimdiyse odamdaki son günlerimde benzeri bir coşkuyu ve hüznü odamda tek başıma yaşıyorum.. tek başıma da değil pek, arkadaşlarım bang ve tortun resimler var şuracıkta.. onlara bakıp, biraz onlarla konuşup falan. öyle takılıyorum işte. ha bir de bıcırıkım. hala çok çok özlediğim rahmetli kuşum. koynunu öpe öpe bitiremediğim boklu..
maykılın bir albümünü indirdim rapidden, biraz onu dinliyim diyorum. bir de evdeki tüm kitapları yeni eve gönderdim, elimde sadece bahar noktası ve cosmopolitan bride dergisi kaldı.. her gece onları okuyorum salak oldum resmen. gelin saçı, gelin makyajı, nikah şekeri, damata sevgi sözcükleri falan. ne salak dergiler bunlar. bir sayfasını açıp okuyayım diyorum, hep aynı sayfası çıkıyor. bizim işyerinden evlenen bir adam ve karısı. düğünlerini anlatıyorlar, okuyorum, sanki ilk defa okuyormuşum gibi her defasında.
gelinlik stres ediyor beni, bir an önce tekrar denemek ve yüzleşmek istiyorum. kapanmayacakmış gibi geliyor. ama korkuyorum, son ana kadar deneyemeyeceğim sanırım. ayakkabılar gelsin diyorum şimdi, yürümeyi, dans etmeyi falan bir iki denerim.
geline neden altın takılıyor? bilezik, vs. dilek ağacı mıyım ben? tüm gece o altınları bünyemde barındıracak mıyım? belki de kimse birşey takmayacak, ben abartıyorum.
ben şu an sadece olayın tatil kısmındayım. gelinlikle ilgili aksesuarlardan çok tatil alışverişi derdindeyim. kimse derdimi paylaşmasa da haftaya eksiklerimi tamamlayıp bavulumu kapatmak niyetindeyim. son hafta bir de o bavulla uğraşamam..
daldan dala kurdela. attım.. burn the witch, yani yak cadıyı gitsin.
baçu se romro mezan..*
Annemin nodülü büyümüş. Büyük ihtimalle ameliyat olup aldırması gerekiyor, sonra da ömür boyu her gün ilaç kullanacak. Bu ameliyatı geçiren iki arkadaşım var, çok ciddi bir operasyon değil, yani ciddi de tehlikeli değil demek istiyorum. Ama annenin ameliyat olacağı düşüncesi bile gözlerimi yaşartmaya yetiyor. Önceki gece öğrendiğimde tüm gece dört döndüm yatakta. Uyuyamadım. Dün gece de dolanmışım odamda. Huzursuzluk diz boyu. Bu sıra zaten sürekli bir kaybetme korkusu içindeyim. Bir arkadaşımla konuşurken bana evlenmesine haftalar kala sürekli annesine babasına bakıp bakıp, sarılıp sarılıp ağladığını söylemişti. Sanki onlara birşey olacakmış gibi hissediyormuş, onları kaybedecekmiş gibi bunalım girmiş, sürekli ağlıyormuş. Ben de enteresan demiştim. Niye öyle birşey olsun ki. Büyük konuşmuşum, daha beteri başıma geldi. Babam zaten benim evden kurtulduğumu düşünüyor. Bir daha da yılda bir görüşürüz falan modunda. Evden kurtulma kısmı nispeten doğru aslında. İnsanın kendine ait bir düzen kurması belli bir yaştan sonra farz olmalı. Beğenmediğim bir sürü şey var bu evde ama değiştiremiyorum, bu evin çocuğu olarak çok da söz hakkım yok hala, eşşek kadar olmama rağmen. Öte yandan bu evin çocuğu olmadığı, bilakis kendi ev sorumluluğu olmasına rağmen hala evin çocuğu gibi davrananlara da ekstra sinir olmaktayım. Bunu da buraya yazayım ki yarın öbür gün baktığımda hatırlayayım. Malum hafıza noktası bir beynim var bir süredir.
*Bitirirken niyaz.. the hunt çalıyordu.. (bu bitiriş de birinden arak ama ismini hatırlayamadım normal olarak) bu sözler de ordan bi takım sözler..
24 Haziran 2009 Çarşamba
hormonlu domates
Şimdi biri çıksın ve desin ki ben hormonları hiç sallamam, bendeki mücadele hormonu tüm hormonların ağzını burnunu kırar, hormonlar ne derse desin ben bilincimlen hareket eder, istediğim duyguları yakalar ve coşarım desin. Gelir öperim, tebrik ederim bunu diyecek vatandaşı. Bence kimse diyemez, diyen de yalan söylüyordur. İnanmam, öpmem.
18 Haziran 2009 Perşembe
topla, çıkar, çarp, böl, tekrar topla
enteresandır, bir yazı buldum, kendi elyazımla yazmışım, başlığı da şu; neden evlenmek istiyorum. sene 2003 mü ne, tam hatırlamıyorum şu anda. gerekçelerim hala değişmemiş. gerçi o zaman daha derinden yaşadığım baskı meselesini aradan geçen 6 yıl sonunda bayağı bir genişlettim ve kötü evlat oldum ama bilen bilir, hala tam anlamıyla iç huzuruna kavuşabilmiş değidim. aradığım şey bu iç huzuru sanırım. yani bazen diyorum ki, toprağa otursam, tek bir kasımı bile kasmadan gevşesem, dursam, etrafımı dinlesem, gözlerimi kapatsam ve tamamen arınsam. her haltı dert eden bünyem bir an için de olsa buna bir ara verse ve benden vazgeçse. ben doğanın bir parçası olduğumu hatırlasam.
iç huzuru dedim diye bizim oğlana haksızlık ettiğim sanılmasın. onun yeri ayrı tabi bu evlenme mevzunda ancak bizim bu şekilde devam etmeyecek olmamızın nedeni huzuru arttırmak diyeyim, daha anlaşılır olsun.
eşyaları toparlamış, babamla alt kata indirmiştik az önce. ben de oturdum, kitaplıklarımın köşelerine patlayıcılı poşet yapıştırıyorum. patlayıcılı dediysem bomba değil elbet, olur ya hani stres atarsın pıt pıt patlatırsın da. onlardan işte. neyse, ne diyordum, ha oturmuş o işi yaparken aklıma bir arkadaşım geldi. durdum durdum, lan dedim içimden ben seviyorum bu hatunu. anormal bir tip ama sevilmeyecek gibi de değil hani. cins ama cinsliği ilişkiye dinamiklik katan cinsten cinslik. cins cins jeans var bir de..
gece 12ye geliyor saat. yarın kısmi de olsa bu evden taşınmış olacağım. 3 hafta sonra ise bu eve, bu odaya misafir olarak geliyor olacağım. bıraktığım herşey beni zaten çoktan bırakmış olacak. şu an çapa'ya gittiğimde ne hissediyorsam, birkaç hafta sonra buraya geldiğimde onu hissedeceğim. sesler duyacağım. bir dolabın kapanma sesi, bir kapının açılma sesi, musluğun sesi. ve her duyduğum ses bana bu evde geçirdiğim bir anı hatırlatacak. tuhaf olacağım, içim burkulacak ve hemen bu evden çıkmak isteyeceğim.
babam buruk, acele acele gidiyorsun diyor bana. belli ki üzülüyor. diyemiyorum hiçbirşey. gözlerim doluyor sadece. söyleyecek pekçok şey var, iyi ve kötü. tepkisini kestiremediğimden diyemiyorum birşey. sen yorulma bir daha diye aradan çıkartmak için böyle yaptım diyorum. inanmıyor pek, üzülmeye devam ediyor. birlikte kolileri taşıyoruz.
duygusal buhranlara kapıldım kapılacağım. gözüme soğan kaçtı kaçacak. bizim oğlandan telefon gelmiyor. taşınmaya 8 saat kala, tüm işler yapılmış ve bitmişken bir arkadaşım yardıma gelmiş. yemek yemiş. bunlar beni üzüyor, üzmemeli muhtemelen.
özel okullar ve anadolu liselerine giriş sınavı kağıdımı buldum. kağıdın üzerinde fotoğrafım var. henüz 9,5 yaşındayım. bizim oğlanın deyimiyle gamsız bir ifadesi var suratımın. dünya çok da umrumda şeklinde bakmışım. hafif bir tebessüm suratımda. sonra ne oldu da bu hale geldim, böyle aygır gibi büyüdüm. gamlı gamlı oldum. ne bu hız!
sırtım çok ağrıyor, bir duş alıp sızsam, sabah da kör karanlıkta gelecekmiş kamyon, gıpgıp tekrar nüksetti. artık geçmeyeceğine inanmaya başladım. hayatımın sonuna dek benimle kalacak sanırım. kısmet işte.
17 Haziran 2009 Çarşamba
hep iyi olma derdi beni gerdi
Sevgilisinden ayrıldığı ve bir evi olmadığı için hiç bize sormadan, tamamen samimiyetimize dayanarak evimizde kalmaya başlayan, taşınırken eşyalarını aşağıda bırakan, eşyalarını yukarı taşıdığımız - defalarca inip çıkmak suretiyle - bir arkadaşımız ne oluyor da sevgilisiyle barıştıktan sonra eve adımını atmıyor. Üstelik eşyalarını da almıyor. Bizim evimiz depo mu? Ardiye mi? Bu ne vurdumduymazlıktır, bir insanın ses çıkarmamasından bu kadar mı istifade edilir? Üstelik sadece benimle yakın münasebeti olan, evdeki asıl kişiyle çok süper muhabbeti dahi olmayan bu kişi evi boşaltacağımız günlerde neden eve gelip de eşyalarını toplamaz? Biz bunu hakedecek ne yaptık?
Eşyalarımı alırım ben demeyip de bize sen de eşyalarını toplarsın artık dedirten bu şahsın derdi nedir? Bunlara fena halde takığım şu sıralar.
Buna benzer yaşadığımız bir diğer vak'a daha beter sonuçlandı. Kafasına göre evimize girip çıkan bir başka arkadaşımız - başımızın üstünde yerin var demiştik - en son sınav kağıdı bizim adrese geldiği için ve sınava bir gün kaldığı için bizi yolumuzdan çevirmek suretiyle sınav kağıdını ayağına getirtti. Sonra da ne telefonlarımıza cevap verdi, ne halinden haberdar etti, bir kaç ufak eşyasını evimizde bırakmak suretiyle çekti gitti. Ev paylaşımını geçtim, kaç yıldır tanıdığım bir insan bana neden bunu yapıyor? Derdi ne? Gerçekten anlamıyorum. Derin bir depresyona girmiş bile olsa buna hakkı yok diye düşünüyorum. Kaldı ki depresyonluk bir durumu yoktu.
Herkes yapılacak birşey varsa yardıma gelelim diyor şu günlerde, yapılacak birşeyler olduğu aşikar, neden gel dememizi bekliyorlar. Günler önceden aramış bir arkadaşıma bu haftaiçi toplanacağız dememize rağmen neden dün gecenin körü arayıp yarın geleyim diyor. Neden bizim onun işine göre toparlanacağımızı düşünüyor.
PMS'ten de olabilir ama ufak ufak kimse beni sevmiyor, kimse beni umursamıyor sendromunda olduğumu hissediyorum.
Şimdi yakın sandığım bir arkadaşımdan bir mail geldi. Gözlerim doldu, gırtlağıma birşey takıldı. Sıçtığımın şirketinde de ağlanmıyor ki şöyle anıra anıra..
Neyse, araba bulursam şayet akşam arabayla döneceğim, yolda zırlarım.
Hadi bu kadar yetsin artık!
10 Haziran 2009 Çarşamba
gıpgıp, uyku ve bizim çocuklar
27 Mayıs 2009 Çarşamba
bunu dinlemeyen kalmasın!
biraz gevşetebilsem göğüs kafesimi
dokunup durdurabilsem attığın yeri
boşalttığın yere ne koyduysam dolmuyor
dakika başı bir of içimden hiç eksik olmuyor
her neyse işte özledim seni o kadar
boş düşünce balonu başımın tam üstünde
bir şey yazmaz oldu senden sonra içinde
boşalttığın yere ne koyduysam dolmuyor
koşmak istesem de sana hayat geri çekiyor
her neyse işte özledim seni o kadar
bir şiir olamadım kafiyene uyamadım
sen kaçtın ben kelime bulup seni tutamadım
boşalttığın yere ne koyduysam dolmuyor
dakika başı bir of içimden hiç eksik olmuyor
her neyse işte özledim seni
her neyse işte böylesi hayat nereye kadar
http://www.youtube.com/watch?v=aV8L4U4FSpU22 Mayıs 2009 Cuma
bütün isteğim uyku..
valla yok tilki falan kafamda ama koşturmaktan yorgun düşüyorum sanırım. tüm gün koşturan beden ve zihin bir an olup da sakinleşemiyor.
gün gelecek, sakinleşeceğim biliyorum.
ya da bildiğim birşey yok, laf olsun diye yazıyorum!
uyu da gel çocuk, uyu da gel!
18 Mayıs 2009 Pazartesi
wake from your sleep..
yazı yazmak düşünmek ya aslında, yani insan düşündüğünü yazıyor haliyle. acaba ben az yazdığım için mi az düşünüyorum. oturuyorum mesela birşey yazmaya, elim kitleniyor, açılamıyorum uzun bir süre. daha çok pratik yapmam lazım sanırım. daha sık yazayım artık bari.
bu arada ev maceralarımızın sonuna geldik. artık nişantaşı'lı olduk. ama acıbadem nişantaşılısı. umutlarımızı hemen hemen tamamen yitirmek üzere olduğumuz bir akşamüstü gördüğümüz bir ilan ile hayırlı olacağını umduğumuz bir işe giriştik. bakalım nasıl olacak. şimdi eşya meseleleri var. birkaç dergi karıştırıp biraz fikir sahibi olmaya çabalasam iyi olacak, zira gelinlik mevzuunda olduğu gibi bunda da beynim boş. güzel olmasını, klasik olmamasını istiyorum da başka birşey istemiyorum. o da nasıl olacak onu da bilemiyorum.
yarın tatil ya, bugün geçmez kesin. üstelik çarşamba yine pazartesi sendromu yaşatır bünyeye ama sonrası perşembe ve cuma hemen geçer. hatta haftasonu da hemen geçer. zaman öyle ya da böyle geçiyor, kaybolan bizim boşluklarımız oluyor.
fesupanallah...