28 Eylül 2009 Pazartesi
there is no such think as a simple miracle
bayram ziyareti esnasında ankara'da muhabbet ederken ilker'in teyzesi dedi ki; "sizin yaşınızdayken bizim işyerinde çalışan 50 yaşlarındaki kadınlara bakar, vay be nasıl çalışmış bunca sene derdik. şimdi 30 yıl çalışıp emekli olduk. zaman nasıl geçti belli değil. zaman geçmez, ben yaşlanmam diye düşünmeyin." çok farklı düşünmediğim için vay anasını ne güzel konuşuyor demedim ama hatırlatma açısından iyi oldu tabii. yaşlanmak için mi yaşıyoruz peki? tamam diyelim ki ben 23 yıl doğuşta çalıştım, sonra emekli oldum, eee? madalya mı takacaklar bana? ya da burdan ayrıldım, başka yerde çalıştım. nedir yani? bence iş olmasa hayat anlamsız olur. her ne kadar her sabahın köründe kalkıp, ne giycem bugün dertlerine gark olup işe geliyor olsam da, evde pijamalarımla kalıp da napıcam? ev tabii ki de çok çekici ama yapacak birşeyi olmayan insanın yapabileceği tek şey kafayı yemek olacaktır. ya da kendine yeni uğraşlar bulacak.
dün awakenings diye bir film izledik. oldukça eski bir film olmasına rağmen yıllardır neden izlemedik bilmiyorum. izlemeyenler kesinlikle izlemeli bence. hem robert de niro'nun oyunculuğu muhteşem, hem de konu, kurgu, herşey. zaten gerçek hikayeye dayalı bir filmmiş. bir adamın kitabından uyarlanmış. hayata dair çok vurucu noktaları var. bu sulugöz kocamla aynı noktalarda gözlerimiz dolmuyor mu, hasta oluyorum. tam ağlakken ona bakıyorum, onun da gözler su baloncuğu olmuş hemen..
araba meselesi uzadıkça uzuyor ve her karar anında olduğu gibi yine ziyadesiyle kararsızız. bakalım nolacak? kararsızlık uzadıkça sinirlerimiz de bozuluyor ister istemez..
işyerinde sakız çiğnemek ne zaman yasaklanacak? kimse çağrılarıma, imza kampanyalarıma cevap vermiyor. bir tek ben miyim bunu isteyen?
insanın yakınındaki insanlara kıl olması, onlardan kaçacak delik araması ne sinir birşey. kötü bir iş ortamında çalışmaktan daha büyük ceza olabilir mi? kimseyle anlaşamadığın, kimseyi sevmediğin bir ortamda çalışmak.. iş değiştirme konusundaki en büyük çekincem de bu. yeni ortam, yeni insanlar.. bütünüyle sevimsiz birşey iş değiştirmek.. nefret ediyorum çok çok çok..
bu arada dün filmi izlerken yaptığım tüm tahminler tuttu. film çekim camiasına el mi atsam ne? sökmüşüm ben bu meseleyi. oley!
robert de niro'ya hayran ötesi oldum. hastasıyım adamın.. gençliğinde bir içim suymuş resmen, bir de süper oynamıyor mu! kıskandım çokkk..
malumafatrus gibi madde madde olmasa da daldan dala modeli bir yazı oldu. bir de resim bulabilseydim iyi olacaktı. klasik resim kabızlığım üzerimde, kasamayacağım..
14 Eylül 2009 Pazartesi
bunalım soğuk yenen bir mezedir..
kendimi kötü hissediyorum. eylül depresyonu belki bu, belki pms sendromu, belki anlık bir bunalım, yarım saat sonra geçecek. kim bilir?
hiçbirşey tatmin etmiyor şu anda beni. hiçbir düşüncem iyi gelmiyor bana, düşünmemeye çalışıyorum ben de..
oysa herşey ne kadar da boş. ne gerek varsa, vay bunalım girdim, vay depreştim. boş bir ruh hali. yine de kapılıyorum. hormonlara suçu atayım hemen. evet evet, hormonal olduğu şüphe götürmez bir gerçek.
yazamıyorum, baydım kendimden. okumayın siz de, içinizi kıyarım kıymık kıymık.. ıyk..
11 Eylül 2009 Cuma
hayaletlere inanır mısınız?
4 Eylül 2009 Cuma
amsterdam
Varsay ki amsterdam'a gittim, bu otelde kalıyorum. üstümü giyindim, lobide akşam yemeğini bekliyorum. sonrasında da yürüyüşe çıkacağım. az tanıdığın bir şehirde yürüş yapmaktan daha keyifli birşey olabilir mi? elime harita da almıyorum. acaba dönüşte oteli bulabilecek miyim? derdim, tasam yok. yalnızım. arkadaşım, ayak uydurmam, beklemem gereken kimsem yok. hava hafif karanlık, üstümde inceden bir penye, uzun kollu. yürüyorum. kolkola, elele insanlar geçiyor yanlarımdan. taksiler yavaşlıyor binecek miyim acaba diye bana bakıyor. pas vermiyorum, nereye gittiğimi ve nereye gitmem gerektiğini bilmeden, öylece yürüyorum. arkamda ekmek kırıntısı da bırakmıyorum.
nehire doğru gidiyorum. nehrin iki yanında kafeler var, barlar, coffee shoplar. gözucuyla bakıyorum, masalarda gevşemiş kadınlar ve adamlar var. gözleri kısık, yüzlerinde bir gülümseme. konuşmuyorlar. elleriyle sarıyorlar tütünleri kağıtlara. kaçtan beri orda oturuyorlar acaba? bu hale gelmeleri için en az bir 3-4 saat gerekir heralde.
birine girsem ve şu esrarlı keklerden mi istesem diyorum. çekiniyorum. kafayı bulur, oraya yapışıp kalırım diye kendime güvenemiyorum.
güzel müzik çalan bir bara girmek istiyorum. ama önce biraz yürümem lazım. keşfedilecek çok fazla sokak var bu şehirde. üstelik hava hala az biraz aydınlık...
güzel fotolu yazı
3 Eylül 2009 Perşembe
i need some pictures
ama önce resmi bulmam lazım!