7 Eylül 2010 Salı

bir tatilin anatomisi

Her an ne yaptığını beyan eden bir şahsiyet olmadığım gibi gerek facebook, gerek twitter gibi sitelerden an be an ne yediğini, ne içtiğini, nerede olduğunu beyan eden insanlara da ultra mega gıcık olduğumu az buçuk belli etmişimdir. Haliyle önceki hafta tatile gittiğimi de kimsenin ruhu duymadı. Tatilimden bahsetmeyi de hiç istemezdim gel gör ki bu tatil işlerinde bloglara aşırı derecede önem verir bir insan oldum. Ekşisözlük ve googledan bulduğum blogları illa ki okuyorum bir yere gitmeden önce. İşte bu yüzden de blog yazmanın önemli, tatille ilgili geri bildirimde bulunmanın ise sonraki zamanlarda tatile gidecek insanlara faydası dokunacağından daha da önemli olduğunu düşünmekteyim.

Gelelim tatile.
Mekan: Marmaris'in Selimiye köyü
Tarih: Ağustos'un en sonu
Ulaşım: Uçak


Herşeyden önce uçakla bir yere gitmenin hızlı olduğunu kim iddia etmişse halt etmiş demek istiyorum. Özellikle de havalimanına uzak mekanlara uçakla gitmek zamansal bir fayda getirmemekte. Olsa olsa daha az popo ağrısına neden olmaktadır. 10:45'teki uçağa binmek için 8'de uyanıyorsam, indikten sonra da 2,5 saat yol gidiyor ve saat 14:30 civarı varmak istediğim noktada oluyorsam yemişim ben uçağı. Demem o ki Ege ve Güney Ege'ye uçakla gitmektense imkan varsa arabayla gitmek daha doğru, daha mantıklı. Hem aynı yerde sabitlenip kalmaz insan, hem de ulaşım çilesini dilediği şekilde çeker.

Selimiye nasıl bir yer?
Bir ucundan bir ucuna tahminen 4 km olan, minik bir köy Selimiye. Gerçek anlamıyla köy ama. Keçiler, kuzular, koyunlar, danalar, inekler, eşekler, tavuklar, horozlar, meyva ağaçları, ekmek yapan, çeşmeden su alan insanlarıyla tam anlamıyla bir köy. Ve kokusuyla tabii ki. Bir ana caddesi var, onun haricindeki her yer patika, keçiler sağolsun, ulaşım için epey çalışmışlar.

Denizi nasıl?
Deniz köyün en uzak ucunda nispeten daha güzel. Genel olarak bir göl kadar durgun ve dalgasız bir denizi var. Ama bir anda derinleşiyor ve kumsaldan giriş diye birşey yok. Hep iskele, hep iskele. Ayak değen yerler de taşlık ve deniz kestaneli. Deniz ayakkabısı şart, eğer ayağım yere değsin diyen bir yüzücü (non-yüzücü) iseniz. Şnorkel yapınca değişik şeyler görülebiliyor evet ama bir cennet de değil hani. Eh işte yani, idare eder. Birkaç kalamar, üç dört deniz anası (ki bunları denizde görmesem - en azından benim yüzme alanımda - daha mutlu olurdum) haricinde enteresan balık pek yoktu. Denizi kimi zaman çok temiz, kimi zaman pis olabiliyor. Rüzgara ve akıntıya bağlı sanırım. Açık denize minicik bir yerden açıldığı ve 3 tarafı dağ ile çevrili olduğu için deniz kolay kolay temizlenemiyor.

Yemek?
Bir tane güzel restoranı var, sardunya adında. Güzeldi mezeleri falan ama gayet kazıkçı. Bir şekilde çok popüler olmuş, çok talibi var. Ama bence bunun nedeni güzelliğinden çok rakipsiz oluşu. Bir rakibi var aurora restoran, orası da ne hikmetse bana pek çekici gelmedi.

Otel mi pansiyon mu?
Köyde epey bir otel ve pansiyon var. Köylülerin evinde bile kalınabiliyor. Biz butik otel takıntılı olduğumuz için bir butik otelde kaldık. Les terrasses de selimiye adında. Yazarken bile zorlanıyorum, gerisini siz düşünün. Oteli bir Fransız işletiyor, adı Solenne. Otelde türk ve yabancı birkaç çalışan var, hiçbiri Solenne de dahil türkçeyi doğru dürüst konuşamıyor. Hadi yabancıları anladım, türk olan ve köyde yaşayan kadının türkçesi nasıl olmuş da fransız aksanına dönmüş. Bu kısmını çözemedik. Yine de herkes iletişebilmek için canla başla çalışıyor.
Kahvaltısı çok sıradan ve kimi sabahlar bayık denecek bir hale geldi. Ekmeği adamı öldürüyor, köy ekmeği, yedikçe yiyor insan. Tereyağını sür babam sür insanın içi bayılıyor haliyle.
Akşam yemeğini orda yemek isterse kişi 14 euro daha ödüyor. Fiks bir menü çıkıyor. Fransız aşçı Solenne'nin dayısı. Sevimli bir kişi, yemekleri de güzel yapıyor, porsiyonları çok büyük, aile geleneğiymiş. Öyle dediler.
Önemli ve .oktan bir detay olacak belki ama odalardaki ve ortak kullanımdaki tuvaletlerde, yani oteldeki hiçbir tuvalette taharet musluğu yok. Ben durur muyum, hemen nedenini sordum, çünkü sadece bizim odada yok sanmıştım. Meğersem hiçbir odada yokmuş. Bunu soran ikinci müşteriymişim. İnanamadım, her gelen türk müşteri soruyordur diye düşünmüştüm, pismiş meğer bizimkiler, ölü eşşek gibi kokuyorlarmış zaten. Türk bir adam müslüman mahallesinde salyangoz satmak olarak nitelendirdi bu durumu. Bense denyoluk olarak değerlendiriyorum. İdare ettik mi ettik!
Otelin en kötü tarafı arabasızlara deniz için her gün 35 dk gidiş, 35 dk dönüş yolu bahşediyor olması. Çünkü otel tepede. Tozlu, topraklı bir yoldan güneşin alnında aşağı inip, gün batarken yukarı çıkmak, giyinip tekrar aşağı inilecekse de bunu günde 4 kere yapmak gerekiyor. Şikayet etmeden yaptık mı? Yaptık. Neden? Çünkü butik!

Önemli bir ayrıntı, köyde taksi yok. Sardunya taşıma hizmeti veriyor. Köyde taksi olmamasını ise benim aklım almıyor. Heralde herkes cintoş olduğundan arabasıyla gidiyor buraya. Bilemedik...

Sonuç?
Gidip görülebilir ama iki gün uğranıp başka diyarlara yelken açılmalı. Denizi güzel, atmosferi güzel, sakin, huzurlu bir yer. 5-6 gün çok buraya, 2 günde tadından yenmez.

Hiç yorum yok: