22 Şubat 2010 Pazartesi

Kariyer Bitiren - artık herşey tiyatro

Yeni bir trend var artık sanat camiasında. Kendini sanatçı addeden bir takım insanlar ne yapsalar tiyatro, ne yapsalar performans olduğu yanılsamasıyla sanat kariyerlerini - bence - bitiriyorlar. Klasik tiyatrodan nefret ederim, en son hangi oyunu izlediğimi hatırlamıyorum bile. Eş dost hatrına gittiğim - genellikle onlar oynuyor diye - oyunlarda bile devlet tiyatroları ve benzeri oyunlardakiler kadar olmasa da daraldığım ve bitse de gitsek moduna girdiğim oluyor. Genelde de bizim gruptan birilerinin izlediği veya gerçekten merak ettiğim gösterilere gitmeyi tercih ediyorum. Ara sıra denk geldiğim bu yeni trend gösterilerde oyuna girmeden önce bir tek atılıyor, bir kadeh şarap kişilerin entelliğine entellik katıyor, bir şişe bira serseri ruhlara serserilik, enerji katıyor. Böylece oyuna relax giriyorlar, belki iyi olmayan bir oyunu çok güzelmiş gibi izleyebiliyorlar. Bu trende sıcak bakmıyorum, geri kafalılıktan muhtemelen. Olsun, içen içsin, bana ne..

Dün akşam bir davetiye sayesinde furuş arkadaşımla bir bilinmeze yol almadan önce, biraz da hazırlık olsun diye garajın sitesinden okuduğum tanıtım yazısında aynen şöyle yazıyordu:

“Ben, seyirciye performans içerisindeki yerlerini hatırlatmaya çalışıyorum ki bir kararsızlık ya da tutarsızlık anı oluşsun; böylelikle sonrasında bir kendiliğinden olma hali gerçekleşebilsin... Ama bu seyirciden faydalandığım ya da onları kendi malzemem olarak kullandığım anlamına gelmiyor. Çünkü bu aslında onlar için.”

Gösterinin kendisi, performansın “geçiciliğini” ayrı terminolojiler bağlamında ele alan iki farklı performansın kesişme noktasında duruyor.
“İlk performans – sahnedeki bölüm – var olan bir görsel sanat konseptinin teatral bir içeriğe aktarılmasına dayanıyor.
İkinci performans seyirciler içinde gerçekleşir.

Kariyer bitiren adındaki bu performans - ama ne hikmetse garajın etkinliklerinde tiyatro kategorisinde yer alıyor, dedim ya artık herşey tiyatro diye - nazarımda bir adet buluş üzerine şekillenmiş, cana gelmiş bir olay olmuştur. O da nedir? Verelim dumanı, üstüne projeksiyondan video yansıtalım, perdeye gerek olmadan, havada canlansın, insanlar sahnede gibi görünsün, izleyen "ahanda, adam cana geldi" desin, hayalet gibi olsun, bir görünsün bir görünmesin, aslında hayat da bir yansıma gibi felsefi şeyler düşündürtsün... Ha, kötü mü? Yoo, değil, buluş dahiyane bile denebilir. İlk karşılaştığımda "oo, helal olsun, nerden gelmiş akıllarına?" bile dedim. (Muhtemelen önceden yapılmış örnekleri vardır, ilk bu yönetmenin aklına geldiğini sanmıyorum. Geldiyse de helal olsun, akıllı ablaymış.) Ama sadece bununla bir performans olmamış. Bu kadar dahiyane bir buluşun arkası gelmemiş. Aynı şarkının provasını - ki ben Sakin'i tanımayan bir insan olarak, solisti İTÜ ve benzeri üniversitelerin amatör müzik gruplarından birinin solisti sandım - bir saat boyunca bana neden izletiyorsun? Bana ne hissettirmeye çalıştın? Beni neden dumanında boğdun bu uğurda? Solist neden soyundu? Ona neden mus çorap giydirdin? Neden yere yatırdın, ayakkabılarını izlettirdin? Solist dışındakileri neden çok da doğru dürüst göstermedin? Neden bu eksik şarkı? Neden Sakin?
 
Ve şu meşhur hiç bir sona benzemeyen sonu. Heralde o son olmasa İstiklal caddesinde yürürken kemirdiğim elmanın çöpünü çöpe attığıma bin pişman olurdum. Grup merdivenlerden düşeceğiz korkusuyla fener tutularak içeri alınmadan önce, ablanın sahneye çıkıp perdeyi hışımla devirmesi, sert hareketlerle mikrofonu düzeltmesi falan nedendi? Ya da ben neden herşeyin bir nedeni olmasını bekliyorum? Sakin'i canlı izlemek iyiydi elbet, tanımıyor olsam da, konser havası uyuzluğumu birazcık aldı benden. Ama o seyirci kisvesi altında takılan pembe takım elbiseli çocuk, topuklu ayakkabılı ve dik yakalı paltolu kadın, mavi elbiseli ve topuklu ayakkabılı adam, pijamamsı eşofman altı ve tişörtle gelen ve arkamızda oturan çocuk, prova boyunca kafasını sallayarak izleyen kadın, içeri girerken enstrümanı (çello muydu neydi bilmiyorum, koca bir kutu) içeri almayan görevliyle kavga eden kadın, hepsi Sakin kanlı canlı içeri girince tezahürat yaptılar, sahne önüne koşup, şarkıyla hiç de uyumlu olmayan danslar ettiler. Yaklaşık 20 kişi sahnede, 20 kişi de koltuklardaydı. Bir an sadece bize oynuyor herkes hissine bile kapıldık. Sonra o pijamalı çocuk soliste "ipneeee, in ulan sahneden, ipneeeee!" diye bağırınca hiç de kaale almadık. Apar topar dışarı attılar çocuğu, beş dakika sonra tintin geri döndü, gitti sahne önünde o da gereksiz dans olayına katıldı. Ve bis.. Neyse, ben bilmiyor olsam da bilinen bir şarkı söyledikleri için yanımdaki furuş sevindi, eşlik etti, bir an sahneye koşacak sandım, koşmadı. Yok be ne koşması, biz ağırsikletler oturuyorduk olduğumuz yerde. Bende bir bitse de gitsek heyecanı, klasik. Ve son, ama gerçek son, müthiş son, bir saat sonunda performans bitti, biz de o saniye mekanı terk eyledik.
 
Ha, çok mu kötüydü yani? Yoo, değildi, ilginç bir deneyimdi. Üstelik bu vesileyle;
-Furuş arkadaşımla Taksim'e çıkmış olduk.
-Ben Sakin dinlemeye başladım, grooveshark sağolsun, hala sarmadı ya zorluyorum.
-Canlı canlı davul izledim, hiç hesapta yokken.
-Canlı canlı - iki şarkı da olsa - müzik dinlemiş oldum.
-Pazar gecesi Taksim'e çıkmak ne demekmiş onu hatırlamış oldum.
 
Ben, seyirciye performans içerisindeki yerlerini hatırlatmaya çalışıyorum ki bir kararsızlık ya da tutarsızlık anı oluşsun; böylelikle sonrasında bir kendiliğinden olma hali gerçekleşebilsin... Ama bu seyirciden faydalandığım ya da onları kendi malzemem olarak kullandığım anlamına gelmiyor. Çünkü bu aslında onlar için.”

Ablanın bize performans içerisindeki yerimi nasıl hatırlattığını, bendeki kararsızlık ve tutarsızlık anlarından ne umduğunu hala bilemiyorum. Beni paranoyak yaptı, bunu biliyorum, insanlara olan güvenimi kaybettim. Beni malzeme yaptı mı? Benden faydalandı mı? Belki faydalansa daha iyi olurdu. Oyuncu seyircileri sahneye çıkartmak kolay elbet, beni yerimden kaldırıp dansa neden kaldıramadı? Ki ben dans etme delisi bir insanım. Belki grup seçimi yanlıştı. Daha bilinen - tamam tamam ben bilmiyorum diye kimse bilmiyor sanıyorum Sakin'i evet - bir grupla daha farklı bir sonuç elde edilebilirdi sanki.
 
Ama yine de tüm o neden sorularıma cevap bulamazdım. İyi bir bir saat geçirmiş olurdum, hepsi bu..

8 yorum:

malumafatrus dedi ki...

şarkıyı ben de bilmiyordum ki:) ama genelde bir şarkıyı 2 kere dinleyip, yıllardır dinliyorum havasına sahip olurum, ondan böyle düşünmüş olabilirsin. Yoksa hala dönüşte ne diyordu şarkının şu kısmında diye sormazdım sana :)


Sakin'i sevdiğim için ONur'u izlemek de gayet mutlu etti beni, başka bir grup olsun istemezdim şahsen. Arada söylediği Ege şarkısında bile eğlendim, Timur Selçuk taklidine de çok güldüm.

Bir de tabi, izin almadan bizi kameraya alan elbiseli çocuğa da gıcık oldum. bunun da kayıtlara not düşülmesini istiyorum.

Seninle Taksim benim için de gayet keyifli idi. AYrıca sokakta kimse bir şey yiyip, içmemeli bilmem tekrar hatırlatmama gerek var mı?


Ve senin de dediğin gibi ilginç farklı bir 1 saatti performans benim için. daha kalabalık bir salonda, benim bu da oyuna dahil olacak herhalde demeyeceğim insanlar olmasaydı daha şaşırtıcı olabilirdi sanki.

AMa bak sen de birden bağırıp çağırsaydın, asıl olayın eğlencesi orada olurdu bence.

kusburnu dedi ki...

Biste söyledikleri şarkıyı kastediyordum ben, onu biliyordun yahu, yalan mıyım :(

Hm, demek adı Onur, bunu da öğrenmiş oldum şu an itibariyle..

Ege şarkısını ve takliti ben de beğendim yani işte doğal olan kısımlar güzeldi bence. Stüdyo işlerinde bir kopma hali vardır ya, bir an eser başka şarkı girerler falan, o anlar güzeldi.

Bir ara ben de bağırdım, yere falan vurdum ama kalkıp şarkıyı başlatsaydım mesela, son değişebilirdi :))

varol döken dedi ki...

izlediğiniz sonun son olduğundan emin misiniz?

:)

kusburnu dedi ki...

Valla başından emin olamadığım gibi sonundan da emin olamıyorum elbette.. Ama dans bitmiş, Sakin çıkmıştı, kapı da açılmıştı.

Neydi peki sonu - ama en gerçek sonu- aydınlatınız bu zatı..

varol döken dedi ki...

en gerçek son asla göremeyeceğimiz son diye edebiyat yapıp sinirinizi mi bozayım yoksa oyunun sonu sizin tahmin ettiğinizden çok uzakta değil diyerek gizemimi bozayım bilemedim:)

mailinizi verdiyseniz göreceksiniz zaten ama zaten bilmediğiniz bir şey de görmeyeceksiniz diyerek aradan sıyrılayım ben en iyisi...

kusburnu dedi ki...

hadi bakalım, oturup mail bekleyelim o halde. üç vakte kadar gelir umarım :)

malumafatrus dedi ki...

"mutluluk da böyle bir şey beklenmeyen ama gelen" der Yüksek Topuklar'da. Bu sebeple sen ne zaman unutursan o zaman gelecek mail bence:)kısaca 3 vakit olmaz bence..

kusburnu dedi ki...

tamam tamam, ben zaten yarına unutmuş olurum, şarkıyı da o bir saati de.. neticede hafıza kapasitem bu kadarcık :) içleri rahat olsun, yarından itibaren gönderebilirler.